Devrenin son maçının analizine Fatih Tekke’den incilerle başlamak istiyorum.
Bize hiç yakışmayan bir oyun ve mağlubiyet kabul edilebilir değil! Büyük takımlarda oynamanın baskısı olmayacak mı? Biz bunu kaldıramazsak işimiz zor! Herkes tarafından övgü almadık mı, saygıyı hak etmedik mi? Saygıyı kaybetmemek için bu tarz maçları kazanmalıyız.
Ve yine her puan kaybından sonra alışageldiğimiz o meşhur savunma: “Çalıştığımız yerlerden goller yedik, yani ben yapmadım, onlar yaptı!”
Şu son satır hariç hocanın tespitlerine baktığımızda, o da bizler gibi düşünüyor, yakınıyor. Bilmeyen der ki sanki bu takımı başkaları çalıştırıyor.
Bak sevgili Fatih, mesele senin pencerenden baktığın kadar hafif olsa “gıdanı alsın, olur böyle şeyler” deriz ama yük ağır! Trabzonspor taraftarı dün akşam Ankara’da yediği ayazı da, birbirinin aynı olan golleri de unutmayacak! Meseleyi romantize etmeye kalkma! Ne yap; her zaman tavsiye ettiğim gibi realiteyle yüzleş, asli görevine dön, ona buna salvo atmaktan vazgeç!
Bak, Trabzonspor dün gece küme düşmeme mücadelesi veren rakibi karşısında futbol yerine yadelleri oynadı! Onana’dan Zubkov’a, Arif’ten Ozan’a kadar takımda bir Allah’ın kulu yoktu! Bilmeyen, Trabzonspor’un değil de gençlerin şampiyonluğa oynadığını sanmıştır.
Sözün özü, ciddi ciddi Trabzonspor’un kadro planlaması yanında oyun planlaması da S.O.S veriyor. Bu gerçek dün gece çıplaklığıyla ortaya çıktı. Demek ki Onuachu yoksa takımımız hazan yaprakları gibi bir o tarafa, bir bu tarafa savruluyor.
Bunu bugüne kadar takımlarını doğru okuyanlar serzenişlerini dile getirdiklerinde, onlardan çok sözüm ona Trabzonsporlulardan azar ve hakaret işitiyorlardı. Sonuç; sızlanmanın, ağlamanın ne yararı var ne de bize yakışır!
Ünlü bir atasözünü hatırlatarak yazımı tamamlıyorum:
“Bin nasihatten bir musibet evladır.”
İyiymiş, yeter ki dersler çıkarılsın.
Bir de Gençler’de oynayan Göktan diye bir Trabzonsporlu çocuğu hayranlıkla izledim.
Bilmem anlatabiliyor muyum?