Bir varmış bir yokmuş cümleleriyle başlayıp, musmutlu sonlarla biten masallarla geçti her birimizin çocukluğu.

Akıp giden zamanla birlikte büyüdük…

Tıpkı bahse konu çocukluğumuzda dinlediğimiz o rengârenk masallar misali, her insanın kendine ait bir hikâyesi olduğunu yaşaya yaşaya, sindire sindire öğrendik.

Devamında…

Hayatı keşfedip, topluma karıştıkça, insanlara ait hikâyelerin her zaman mutlu sonla noktalanmadığına da birçok kez tanıklık ettik.

Hal böyleyken…

Yani, etrafımızda şekillenen sayısız hikâyenin hüsranla son bulmuş haline defalarca şahit olmamıza rağmen…

Bir türlü bitmiyor hesaplarımız, kitaplarımız.

Bitmiyor, bitecek gibi de gözükmüyor hani.

Aksine.

Öznesi ve sahibi olduğumuz hikâyelere dokunan insanlarla birlikte, hırslarımız, ihtiraslarımız da misliyle artmakta.

Elde ettiklerimizle yetinebilsek ne ala.

Yetmiyor işte...

Yeterli gelmiyor bir türlü sahip olduklarımız.

*

Her elde ediş, yani her bitiş, yeni bir başlangıcın, yeni bir hedefin ilk adımlarını oluşturuyor hayatlarımızda.

Neticede.

İlahi bir senaryo olan yaşantılarımızın her saniyesi özenle hazırlanmış.

Yani.

Başımıza gelenler, sınavlarımız…

Her ne kadar birbirine benziyormuş gibi gözükse de, özünde hiçbirimiz kalıplaşmış hayatları yaşamıyoruz.

Diğer yandan.

Zamanla kimlerin, önümüze hangi sorularla çıkacağı, sürekli bitmiş/tükenmiş diye nitelendirdiğimiz durumumuzla birlikte, kaç farklı mücadelenin daha içinde yer alacağımız ayrı muamma.

Üstelik.

Adına hayat denen hikâyelerin öznesi olan biz insanlardan, günü geldiğinde bir varmış bir yokmuş diye bahsedilecek olması da cabası.

Hal böyle olunca…

Bize ait serüvenin sonu nereye bağlanacak, onu da kestiremiyoruz.

*

Dolayısıyla.

Demem o ki değerli okurlar.

Saniye saniye tükettiğiniz hikâyeler sizin.

Ve size ait hikâyelerin nasıl biteceğinin de, başkası için bir önemi yok.

Nitekim.

Gün gelecek.

Başından sonundan tırpanlanacak, zamana ve zemine göre değiştirilecek hikâyeleriniz.

O halde.

Yapmanız gereken.

En azından finalinize sahip çıkın.

O da umutla oluyor.