Havaalanındayım geçenlerde. Trabzon’dan İstanbul’a gidiyorum.  

Bir gün önceden yapmışım internet check-in’imi.  

En uzun kuyruk online check-in’de ama sıra çabuk geliyor bana.  

Çalışan arkadaş bir bir diğer desklere yolluyor yolcuları. Okumuyorlar diyor tepemde yazanı. Ne farkeder diyorlar(mış). “Al işte bizi işleme!” 

Geçiyoruz güvenlik kontrolünden. Kemerleri, telefonları çıkarın diyorlar. Önümdeki üç kişi de ötüyor x-ray’den geçerken. Telefonlar ceplerinde! “N’olacak ki?” tepkisi veriyor bir tanesi. 

Uçağa bineceğiz. Sıra yok, yığılma var. Sanırsın ki acele eden ilk 50 kişinin uçma hakkı var, kalanlar şansına küsecek. Uyarıyor görevli: “Bu şekilde olmaz ki ama!” diye. 

Uçaktayız. 

Etrafta yerleşemeyen insanlar... 

Yanlış koltuklara oturanlar…  

Kemerlerini bağlama gereği duymayanlar… 

İnişte tekerler yere değer değmez ayağa kalkanlar…

Anonslar…

Uyarılar, uyarılar, uyarılar…

Genel mantık şu: “Bi’şey olmaz.”

Bu yazının sonunda mevzuyu, büyük hayranı olduğumuz Avrupa’daki yaya geçitlerine, yere tükürmeyen ve trafikte korna çalmayan insanlara bağlamayacağım, merak etmeyin. 

İnsanlarımızla ilgili herhangi bir genelleme yapmak da haddime değil. 

Yalnız anlamadığım birşey var. Bilginin bu kadar sınırsız olduğu bir dünyada, ben herşeyi biliyorum modunda takılmak nasıl bir cahilliktir(!) 

Yok öyle bir dünya. “Bi’şey olmaz” diye birşey yok, olamaz! 

Bütün bu yasaklar, bu kurallar, o “Bi’şey olmaz” diyenlerin çok bilmişlikleri sonucu başlarına gelenler yüzünden oluşturulmamış mı? 

Olması gerekene isyan etme, umursamama, karşı çıkma ukalalığı neden? 

Düzenli, kurallara uyan bir toplum olabilmek bu kadar mı zor? 

“Burada Mobese kamerası var, yavaşla! Burada kamera yok, u dönüşü yapabilirim.” 

Bi’ akıllı sensin zaten! 

“Kurallar çiğnenmek içindir.” diye söylenmiş saçma bir bahanenin ardına sığınmış gidiyoruz. 

Daha çağdaş, birbirine saygı ve sevgiyle yaklaşan bir toplum olmamız gerekirken, toplumda istediği gibi at koşturabilen şizofrenik bireylerin şizofrenik cumhuriyetleriyle mücadele ediyoruz. 

Kruvasan almak için sıra beklediğiniz fırında, sizin önünüze geçen, vaktinizi ve sıranızı sizden çalan kişiyi uyardığınızda öyle şiddetli bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz ki, neyi niye uyardığınızı unutuyorsunuz. Hastaya bak! 

Bütün bu problemlerin altında yatan temel eksiklik ne? Eğitim(sizlik). En klişe cevap bu. Eğitimsiz bir toplumun yetiştirdiği eğitimsiz nesiller!

Bunun bir de eğitimli versiyonu var. Eğitimsizinden daha tehlikeli, daha dangalak olanı.  

Hani sahip olduğu kültürü! ve görgüsüyle! her haltı yeme hakkını kendinde bulan, parasıyla toplum kurallarını satın aldığını sanan. 

Bırakın kendi ukalalıkları ya da dünyayı ben yarattım tavırlarını; prens ve prenses ruh haliyle yetiştirdikleri çocuklarına tanıdıkları sınırsız özgürlük anlayışıyla, ‘haksızlığını’ savunmayı hakkını savunmak olarak bilen, öğretmenlerine sövebilen, hatta dövebilen nesiller yetiştiriyorlar.  

E çocuk dövmese, babası gelip dövecek nasılsa, ya da dövtürtecek! 

Daha 3 hafta önce Amsterdam’da yanlış yere park ettiğimiz aracımız için 90 euro ceza yedik. Psikopata bağladık ondan sonra aman burası kırmızı kaldırım, burada bilmem kaç saatleri arasında park etmeyin yazıyor diye. 

Amerika’da bir arkadaşım yaya olarak bulunduğu yaya geçidinde, yoldan geçen araba olmamasına rağmen, karşıdan karşıya geçtiği için 300 dolar ceza yedi ve mahkemeye çıkarıldı. 

Yine Amerika’da otobanda giderken yola çöp atan yabancı bir arkadaşım, çöpü attıktan 2 dakika sonra polis tarafından durdurularak 1000 dolar cezaya çarptırıldı. 

Şaka değil bunlar. 

Modern bir millet olabilmenin öncelikli kuralı bu. Toplum kurallarına ve devletin yasalarına uymak. 

Caydırıcı cezalar olmadığı sürece sistem aksamaya, toplumdaki kibirli insan sayısı günden güne artmaya devam edecek.  

Devlet de vatandaşına karşı güven duymalı tabi ve tüm yasalar bu bakış açısı ile yeniden gözden geçirilmelidir.  

Anne babaların, özelllikle kadınların çocuk yetiştirme konusundaki eğitimlerine ağırlık verilmelidir. Sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirilmesi, ebeveynlerin öncelikli hedefleri olmalıdır. 

Hiçbirimiz 50 yıl sonra çocuklarımızın şu ankinden daha beter, daha çığrından çıkmış bir ortamda yaşamasını istemeyiz değil mi? 

Bizden 50 yıl önce yaşayanlar hep anlatırlar eski zamanı, herkes çok şık giyerdi, birbirine çok saygılıydı, ticaret en ahlaki ölçülerde yapılır, insanlar birbirine destek olurdu diye. 

Artık herkesin “ben” merkezli yaşamayı tercih ettiği bu dünyada, 50 yıl önceki ortamı yakalamak belki çok zor ama kaliteli bireyler yetiştirmek, aklı başında bir toplum yaratmak inanın bizim elimizde.

İşe, “Bi’şey olmaz” cümlesini hayatımızdan çıkararak başlayabiliriz mesela. 

Bu arada unutmadan söyleyeyim.

Avrupa’da, trafikte korna çalanı da gördüm, yere tüküreni de.

Olaylar anlatıldığı kadar da toz pembe değil yani.