Bugün, 26 Haziran. Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Uyuşturucu Kullanımı ve Kaçakçılığı ile Mücadele Günü” olarak ilan edilen bu anlamlı gün, sadece bir farkındalık tarihi değil; aynı zamanda toplum olarak neyle mücadele ettiğimizi hatırlama zamanıdır.

Uyuşturucu maddeler, sadece kullanan bireyin hayatını değil, ailesini, çevresini, işini, sağlığını ve nihayetinde bir ülkenin geleceğini tehdit eder. Genç yaşta başlayan kullanım, çoğu zaman sessizce büyüyen bir çığ gibi hayatı altüst eder. Bağımlılık yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir esarettir.

Psikiyatrist olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Uyuşturucu bağımlılığı bir irade zayıflığı değil, bir beyin hastalığıdır. Ve her hastalık gibi, bu da tedavi edilebilir. Ancak tedavide en büyük etken, bireyin yalnız olmadığını bilmesi ve toplumun desteğini hissetmesidir.

Bugün sokakta gördüğünüz, göz göze gelmekten çekindiğiniz ya da uzak durduğunuz bir bağımlı; bir zamanlar bir evladın, kardeşin, öğrencinin, dostun ta kendisiydi. Kimse bir sabah uyanıp "Ben bağımlı olayım" diye yola çıkmaz. Genellikle bir merakla, bir boşlukla, bir çaresizlikle başlar bu serüven.

Peki ne yapabiliriz?

  • Öncelikle fark edelim. Uyuşturucuya karşı mücadele sadece polisiye bir mesele değil; aile, okul, sağlık ve toplum politikalarının iç içe geçtiği çok yönlü bir konudur.
  • Gençlerimize sadece “zararlı” demek yetmez. Onlara sağlıklı ilişkiler kurabilecekleri alanlar, kendilerini ifade edebilecekleri imkanlar, hayata tutunacak umutlar sunmalıyız.
  • Bağımlılığı olan kişileri dışlamak yerine, onların tedaviye ulaşmalarına destek olmalıyız.

Unutmayalım: Uyuşturucuyla mücadele sadece sokaktaki bir gencin meselesi değil, hepimizin meselesidir.

Toplum olarak daha duyarlı, daha bilinçli ve daha şefkatli oldukça bu karanlık döngüyü kırabiliriz.

Sağlıklı yarınlar dileğiyle…

Uzm. Dr. Doğancan SÖNMEZ