Beslenme, sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin maddelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için yapılması gereken bir olaydır.

Burada, vücut için gerekli bileşenleri sağlayan yenilebilir bitki ve hayvan dokularına besin denilmekle birlikte, bu beslenme unsurlarına gıda ve yiyecek ifadeleri de kullanılmaktadır. Başka bir deyişle, insanın biyolojik hayatını devam ettirmek veya yerine getirmek için gerekli olan maddeleri canlı dış ortamdan temin etmesi olayıdır beslenme. Bunun için insanlar çalışır, didinir, uğraşır ve kaliteli yaşamak ister. Ancak, iyi ve sağlıklı yaşamak için iyi beslenmek gerekmektedir.

Onun için beslenirken aldığımız gıdaların, yediğimiz yiyeceklerin insanlara verdiği bir zevk de, yani damak tadı da söz konusudur. Ancak sağlık yönünden en önemli olan, yediklerimizin sadece hoşa gitmesi değil, vücudumuzun gereksinim duyduğu maddelerin besinlerin içinde bulunmasıdır. Yediğimiz ve içtiğimiz maddelerin birçoğu hoşa gittiği halde, sağlık açısından çok yararlı değildir. Mesela, hangi kullandığımız besin maddesinin içinde pestisit kalıntısı veya GDO olduğunu bilmekteyiz. Burada ciddi anlamda bir insanlık hakkı ihlali söz konusudur.

İnsan yaşamında önemli olan husus, tarımsal çalışmaların temel amacı da beslenmemiz için gerekli olan gıdaların sağlıklı üretilmesidir. Dünyada her ülkede insan ömrü farklıdır ve bu konuda çeşitli faktörler rol oynamakla birlikte, bunlar içinde en önemlisi beslenme, yani dengeli beslenme sistemidir.

Tek yönlü ve tahıl ürünlerinin ağırlık kazandığı beslenme — başka bir ifadeyle ekmek, makarna ve bulgura dayanan beslenme — ömür uzunluğunu olumsuz yönde etkiler. Böyle bir dengesiz beslenmenin en olumsuz etkisi, en çarpıcı biçimde genç yaşlarda görülmektedir. Gençliğinde, hele çocukluğunda iyi beslenemeyenlerin gelişiminde sorunlar yaşandığı ve ileri yaşlarda güçsüz ve hasta durumlara düştüğü herkesçe bilinen bir ülke gerçeğimizdir.

Onun için günlük yiyecekler arasında et, süt, peynir ve yumurtanın yer alması, tahıl ürünü yiyeceklerin belli sınırları aşmaması ve vitaminli yeşil maddelerin alınması çok önemlidir. İşte bu tarz beslenmeye dengeli beslenme denilmekle birlikte, aynı zamanda sağlıklı geleceğin temeli de buradan geçmektedir. Yine ülkemizde etin az tüketildiği, ekmeğin çok yendiği açık bir gerçektir. Şehirlerdeki bir kısım insanlar belki de gereğinden fazla et tüketirken, kırsal kesimdeki insanların maalesef böyle bir imkânı çok düşük düzeydedir.

Yapılan bilimsel araştırmalara göre 60 kg ağırlığındaki bir insanın günlük protein ihtiyacı 60 gramdır. Yani her kilo için bir gram protein gerekli olup, bu miktarın en az %40’ı hayvansal protein olmalıdır.

Genelde ortalama yaşam süresini etkileyen faktörler; bebek ölümleri, doğumdan sonraki hastalıklar, insanı yıpratan fiziksel ve ruhsal etkenler, erken yaşlanma, çalışma hayatının zorlukları, beslenme sistemi, içinde yaşanılan konut, yeterince dinlenememek ve en önemlisi sağlık korumasının yetersizliği gibi sorunlardır. Çocuk ölümlerinin fazla olması, ortalama ömrü kısaltmaktadır.

Bu sorunlardan dolayı ülkemiz nüfusu yaşlanırken, bunun temelinde çocuk ölümleriyle mücadelede yetersizlik ve hane halkının finansal sıkıntılar yaşaması — yani hayat pahalılığı — büyük önem taşımaktadır.

Eskiden köylerde çok süt içilirken, bugün bebekler şeker şerbetiyle beslenir duruma gelinmiştir. Bu durum ciddi bir yanlış olup, ülkemiz geleceğini sağlıksız bir nesle bırakma yolunda hızla ilerlemektedir.

Birçok Batılı ülkede belli bir yaşa kadar çocuklara bedava süt içirmek için planlamalar yapılıp yardım fonları oluşturularak hayata geçirilirken, bizde ise aileler ilkokula giden çocuklarının beslenme çantalarına yiyecek koyamamaktadır. Bu da sütün çocuklar için bir hayal olduğunun göstergesidir.

Yıllar önce kırsal kesimde süt, yoğurt, ayran, peynir, çökelek ve tereyağı gibi hayvansal ürünlerle herkesin bahçesinde yeşil sebze üretme dönemi vardı. Ancak zamanla insanlar tarımdan kopmuş ve protein açığının kapanamaz bir duruma gelmesine sebep olmuştur.

Burada yatan temel sorun, plansız bir tarım politikası ve devlet eliyle üretimin gittikçe azalmasına karşın çare aranmamasıdır. Dahası, köyde yaşayanlar geçmişte protein açığını kendi üretip kendi tüketerek karşılamış; ancak bugün gelinen aşamada bu ürünlere ulaşım ve erişim temel beslenme sorunu hâline gelmiştir.

Dengeli beslenme, geniş kapsamlı ve içerikli olup tüm hayatımızı etkileyen yaşamsal bir konu, bir kültür ve bilgilenme sürecidir. Aslında yaşamın temeli olan bu husus, ilkokuldan başlayarak her üst seviyedeki okulda ders olarak okutulmalı ve üretim gibi toplumsal bir olay ile dengeli beslenme kültürü topluma yerleştirilmelidir.

Bu bağlamda, Türkiye tarımında yıkımın ürettiği iktisadi, sosyolojik ve kültürel tahribatı önlemek kaydıyla; 21. yüzyılın dinamiklerine uygun bir kırsal tarımsal seferberlik sürecine ülkemizi sokmak, dengeli beslenme açısından temel görev olmalıdır.

Yoksa toplumda gittikçe artan yoksulluk ve açlık sosyal bir sorun olmaya devam ettiği sürece, dengeli beslenme sorunu ortadan kalkmayacak ve Türk toplumu sağlıklı bir gelecek açısından belirsizliğe doğru sürüklenecektir.

Yani elde yok, avuçta yok, cepte yok, cüzdanda yok, kasada yok ve bankada yok gerçeğiyle bu toplum yaşayamaz.

Bu bağlamda, kendi toplumumuzun minimumdan maksimuma kadar tüm üretim kaynakları gecikmeksizin devreye sokulmalı ve en azından üretime göre dengeli bir beslenme ekonomisi oluşturulmalıdır.

Aksi hâlde üretimsizlik, yükselen hayat pahalılığı ve gelir düşüklüğü altında halkımız ezilmeye devam edecektir.

Zira; cebi fakir, eli fakir insanların yoğunluğunun arttığı bir toplumda bırakın dengeli beslenmeyi, ilkokula giden çocuğunu besleyemeyen bir anne ve babanın travmasını yaşamak — daha açıkçası ezilmek — istemiyorsak, sorunları hep birlikte çözmek gibi toplumsal sorumluluğumuzu üstlenmek durumundayız.

Yoksa; "Kuyu derin değil ama ip kısaldı" diyerek ipin daha da kısalmasına müsaade etmeden, kuyunun bereketini artırarak üretime endeksli bir toplumsallaşma sağlamalıyız.

ÜRETİM, YİNE ÜRETİM VE UZUN ÖMÜR.