Maden işletme sahalarında kayaçlar devasa makinalarla parçalandığında kayaçın yüzey alanı kendi karesi oranında büyür.

Bu süreçte işletilme özelliği olmayan ancak sağlık açısından zararlı maddeler taşıyan "PASA"olarak tanımlanan kırıntılar ve tozlar, zaman içinde yağmurla birlikte sülfürik asit içerikli zararlı maddelere dönüşebilmektedir.

Neticede ortamın (PH) yani asitik değerini düşüren bu atık içerisindeki ağır metallerin çözülerek sulara karışmasına sebep olur.

Bu metaller, alüminyum, arsenik, kadmiyum,lkurşun Civa ve Çinko gibi yaygın olanlarıdır.

Ayrıca metaller toprakta haraketsiz iken madenlerin elde edilmesinde kullanılan kimyasallar bu ağır metalleri haraketli hale getirir.

Bu metaller kimyasalların sızıntısıyla bitki kökleri tarafından alınıp, toprağa, suya, bitkilere velhasıl tüm canlılara zarar verir.

Onun içindir ki kullanılan kimyasallar ortaya çıktıktan sonra geri çevrilmesi çok zor olup, çevresel etkilerininde ortadan kaldırılması büyük maliyetleri gerektirmektedir.

Altın ve gümüş gibi madenlerin zenginleştirilmesi sonucunda işlenen cevherin hemen hemen tamamı atıktır yani pasadır.

Örneğin bir ton cevherin işlenmesi sonucu elde edilen altın miktarı bir gram olup, buradan kimyasallarla muamele edilmiş atık miktarının çokluğu ortaya çıkmaktadır (Bir ton ağırlık bir gram altın). Sonuçta oluşan atık yığınları yada barajları ciddi riskler oluşturmaktadır.

Yakın zamanda Erzincan İliç'de yaşananlar çok acı bir örnek olarak kayıtlara geçmiş olup,hala tazeliğini korumaktadır.

Bir afetin insan çabasıyla oluşturulmasının altında yatan temel faktör, toplumun ortak haklarının ve değerlerinin çok küçük bir azınlık tarafından sömürülmesidir.

Bu bir müstemleke olup, cana, mala ,gözyaşına ve kana sebep olurken yasal yaptırımlarında askıya alınması, uzatılması ve zaman aşımına uğratılması telafisi olmayan feci bir insan hakkı ihlalidir.

Bu bağlamda pasa yığınlarının ani haraketlerinin ve akan karışımın çok olması durumuda önüne aldığı her şeyi sürükleyerek felakete sebep olmaktadır.

Devletin resmi verilerinin de altın madenlerinde felaketlerin başında "SİYANÜR"sızıntısı geldiğini göstermektedir.

1971-2015 yıllarında meydana gelen 16 altın madeni kaynaklı felaketin 7'si siyanürlü su ile irtibatlıdır.

Yine 16 felaketin 6'si İliç madeninide işleten kanadalı şirketlerin işlettiği madenlerde yaşanmıştır.

Burada başta Devlet hakkı olmak üzere 86 milyonun hakkıda göz göre göre elimizden alınarak geriye tabiri caizse bizlere Afrika çölü gibi aynı zamanda geri dönüşü çok zor olan kirlenmiş topraklar kalmaktadır.

2001-2024 yılları arasında ülkemizde 500 ton altın üretilmiş olup, bu üretimden ise 86 milyonun payına yüzde bir yani 5 ton düşmüş, 495 tonu ise çoğu yabancı olan şirketlerin kasalarını doldurmuştur.

Bu sömürüden ülkemize düşen ise yüzde bir bile olmayan altın, siyanür ile kirletilmiş topraklar, yaşanan derin ve bitmeyen acılar, dağılan aileler, yetimler, dullar ve dinmeyen gözyaşları kalmakta, Türk milleti ise bunun zerresini haketmemektedir.

Açıklanan son rakamlara göre 2002 yılından bu zamana 386 bin maden arama ve işletme ruhsatı verilmiş olup, durumun vehametini anlamak için başka bir şey söylemeye gerek kalmamaktadır.

2019 yılı itibariyle ülkemizde 39 ton altın üreten şirketler devlete 36.2 milyon tl.para ödemişler bununda altın olarak karşılığı ise 93.5 kiolgram olup, kendileri ise 38.906,5 kilogram altın almışlardır.

Burada ülkemizin tüm yerüstü varlıkları özelleştirme adı altında satılmış, şimdi ise yeraltı kaynaklarımız satılarak ülkemiz Afrika çölüne dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Cumhuriyet kurulduktan 2002 yılına kadar 1186 maden ruhsatı verilmişken 23 yıllık dönemde 486000 maden ruhsatı verilmiştir. Madenler ülkemizin ve insanlarımızın ortak değeri olup, ülkede açlık, yoksulluk, yoksunluk hat safha da olduğu ortadayken, yeraltı kaynaklarımızın bu şekilde insanlarımızdan kaçırılarak kimlere ne için ve ne şekilde ne gerekçeyle verildiği de bilinmemektedir.

Türk vatandaşı olan herkesin bunu bilmek en doğal ve en insanı hakkıdır.

Ülkemiz insanının refah seviyesi yerlerde sürünürken, işsizliğin önü alınamazken, paramızın iş görme kabiliyeti sürekli düşerken, dış borcumuz devasa rakamlara yükselmişken, enflasyonun önü alınamazken, üreticinin ürünü para etmezken, çocuklar okullara aç giderken, kiralara yetişmek imkansızken, birçok üniversite öğrencisi maddi imkansızlıktan okullarını bırakmışken, geçim sıkıntılarından dolayı intiharlar artarken ve ülkemizin cari açığı her yıl yükselirken bir ton altın üreten firmanın ülkemize 9.5 kilogram altın vermesinin ne demek olduğunu anlamak mümkün değildir.

Bu miktar üretilen altının 0/0 0,95'ine (Binde doksanbeş) karşılık gelmekte olup,yüzde bir bile değildir.

Halbuki maden kanun'unun 9.maddesindeki teşviklere göre 0/040'ı ödenmesi gerekmektedir.

Nasıl oluyorda 86 milyonun hakkı devlet kanalıyla birilerinin kasasına aktarılmaktadır.

Böyle bir tasarruf hem ülkemizin ve hemde çocuklarımızın geleceği ve onlara bırakmakla yükümlü olduğumuz tüm alanlar imtiyazlı azınlığın saldırısı altındadır.

Bu hususların olsa olsa sömürge anlamından (Müstemleke) başka bir kelimeyle ifade edilmesi olanaklı değildir.

Tabiki madenlerin işletilmesi ülke çıkarları açısından milli servet olması itibariyle çok önemlidir.

Ancak,işletilen bu kaynakların muhakkak ülkemiz insanının refahı için kullanılması bir zorunluluktur, yabancılara kullandırıldığı sürece bu bir sömürüdür ve tabiri caizse tam bir talan operasyonudur.

Burada ciddi anlamda kurumlarda üst seviyelerde görev yapan yetkililer, ihalelerde imzaları bulunanlar, denetlemeyenler hiç bir bedel ödemedikleri gibi icraatları sonucu olan ölen vatan evlatlarına ve milli servetimize olmaktadır.

Onun için bu gidişattan kurtulma anlamında altın madenleri ve diğerleri kamu malı olarak ruhsatlandırılmalı ve bu milli servetten tüm insanlarımızın yararlanması sağlanmalıdır.

Yoksa bu süreç; SİYANÜR'LÜ toprak, su, bitki, meyve ve çimen ne varsa başta biz insanlar olmak üzere tüm canlıları damlayan bir musluk gibi dirhem dirhem tüketecektir.