Bizim kuşak mahalle kültürüyle yetiştiği için biraz duygusaldır, içtendir, samimidir, sosyaldir.

Şimdiki nesile bir bakın, ne kadar farklı olduğumuzu anlayacaksınız. Kafelerde buluşuyorlar, sohbet edeceklerine birbirlerinin yüzlerine bile bakmadan yan yana olmalarına rağmen mesajlaşmayı tercih ediyorlar.

Oysaki sosyalleşme de bizim kuşak, mahalle kültürüyle zirve yapmıştır. Hepimizin de bildiği gibi sokaklarda her türlü oyunu oynamış, oyunlar geliştirmiş, kavga etsek de on dakika sonra barışmayı becermiş, yardımlaşma ve arkadaşlık ilişkilerini ön planda tutmuşuzdur.

"Çocukluk, gençlik ve olgunluk yaşlarındaki hayallerimiz bile hep aynıydı.

Müstakil bir evim olsun,

ve küçük bir bahçem...

Eski bir radyom,

bir de kanepem.

Bahçemde erik ağacım,

ve yanında kiraz ve incir.

Kırmızı güllerimin yanında,

gloryalardan da biraz...

Minik siyah beyaz bir köpek

ve sevimli bir kedi,

Onların vefası

ve toprağın bereketi...

Ve ortaya kurulan sinide Allah rızkımıza o gün ne verdiyse, çayı beraber yudumlayabileceğim, hayat boyu elimi hiç bırakmayacak, bir de can yoldaşı, sonrası can sağlığı, haydi hayırlısı...

Çok büyük hayallerimiz olmadı bizim, küçücük dünyamızda mutlu yaşayabilmeyi tercih etmiştik çok öncelerden.

Çok teferruatlı ve zagal zugallı bir hayat zaten bizim tarzımız değildi.

Trabzon'un binlerce yıllık tarihini, kültürünü ve yaşanmışlıklarını bugün de hissedebilir, çıplak gözle görebilirsiniz.

Pazarkapı Mahallesi'nde doğup büyümek, ardımızda binlerce hatıra bırakmak ve o günleri unutmamak... Hatırlarken gözyaşlarımızı içimize atmamayı istesek de beceremiyoruz.

Bir sonbahar günü çok erken saatlerde, sabahın ilk ışıkları üzerimize yeni yeni vuruyordu. Pazarkapı'nın terkedilmiş sokaklarında dolaşırken, terk edilmiş bir binanın duvarlarını okşar gibi seven yaşlı bir amca ilgimi çekti.

Merakla yanına gittim. 'Günaydın amca, sabahın bu saatinde ne yapıyorsun buralarda, hayırdır?' deyince, başını çevirip bana baktığında hüngür hüngür ağladığını gördüm; bende çok etkilenmiştim.

Tanıştıktan sonrasında,

'Ah evladım, nasıl ağlamayayım? Annem, babam, dedem, kardeşlerim ve büyük annemle çok kalabalık bir aileydik. Belki hiçbir şeyimiz yoktu ama çok mutluyduk.

Yıllar yılları kovaladı, İstanbul'a yerleştim, çalıştım, çabaladım ve zaman içinde çok zengin oldum ama bu evdeki büyüklerimle geçirdiğim günler kadar maalesef mutlu ve huzurlu olamadım.

Bütün büyüklerimi ve kardeşlerimi kaybettim.

Sonunda doğduğum, büyüdüğüm bu eve geldim. Harabe olsa da duvarlarını severek okşamaktan başka bir şey gelmiyor elimden.

'Onun için ağlıyorum,' dedi.

Hani o günler, imkan olsa da şimdi geri gelse, yine bir yer sofrasında azığımızla çay içmek, o mutluluğu yaşamak için neler neler vermezdim," dedi.

Veda ederken bile ağlıyordu.

Çok etkilenmiştim, herkesin bir hüzünlü hikayesi vardır elbette; yaşlı amcanınki da anlattığı gibi, o sevdiği ve okşadığı duvarın dibinde başlamış ve bitmişti.

Gelse de en acı sözler dilime,

Uçacak sanırdım birkaç kelime...

Bir alev halinde düştün elime,

Hani ey gözyaşım, akmayacaktın.

Şair ne güzel demiş:

Güneş doğarken sarı, batarken kırmızıdır.

Kalın sağlıcakla...