Köyde…

Kasap Mustafa’ya gidip, etin kilosunu sordum.

Kırk Lira dedi.

-Ekstra bir ücret var mı?- dedim, “Yok” dedi.

*

Alparslan var…

Hemen yanda bakkal…

Bir çıkıp, bir inen domatesi sordum;

Beş Liraymış.

-Son fiyat mı?- dedim, “He” dedi.

Ayrıldım…

*

Köyden indim şehre…

Bizim dolmuşçu Yunus’la…

Son durakta inerken borcumu sordum, “Dört Lira” dedi.

Verdim.

Döndü baktı.

-Bi’şey mi var Yunus?- dedim, “Yok” dedi.

İndim.

*

Biraz yürüdüm…

Kahramanmaraş Caddesine geldim.

Hemen köşede…

İsmail var, balıkçı.

Bizim İsmail.

Biraz güvenlikçi, biraz balıkçı…

Bu zamanda geçinmek zor ya hani…

O yüzden öyle…

Gece gündüz çalışıyor, ne yapsın.

Vardım yanına…

- İsmail, ne kadar hamsi?

10 Lira abi.

- 12 Lira olur mu, İsmail?

“O ne demek abi, neyse odur.”

İyi bakalım diyerekten, vedalaştık.

*

Bitmedi.

Devamı var.

*

Balıkçıdan sonra geçtim meydana.

Meydan, kentin merkezi…

Görseniz…

Mağazalar, vitrinler şıkır şıkır.

Manken üzerinde bir gömlek var, ayıptır söylemesi tam benlik...

Dayanamadım.

Girdim sordum…

“150 Lira dedi”, içerdeki damat Ferit.

Giydim…

Sıktı…

Çıkardım.

*

Neyse efendim.

Anlayacağınız…

Dün sabahtan akşama kadar…

Türkiye’nin “T” si dediğimiz Trabzon’da…

Her gördüğümün fiyatını sordum.

Allah sizi inandırsın, kimse, ama hiç kimse sırf fiyat söylediği için benden beş kuruş talep etmedi.

*

Doğrusu zaten bu değil mi, dediğinizi duyar gibiyim.

Sabredin.

Zira asıl mesele bundan sonra…

*

Eve geldim.

Tam gireceğim, kenarda bir kâğıt…

Ninemin tabiriyle, “Kapının hemen soyasında..!”

*

Telaşlık iş yok.

Elektrik faturasını sıkıştırıvermişler.

Baktım bir sürü rakam.

Hepsi de hazımsız.

Şişmiş şişmiş, kâğıda sığmıyor.

Öyle ki, yüz otuz Liralık kullanım, gak vergi, guk vergi eklenmek suretiyle, bulmuş iki yüz otuz üç Lirayı.

Aldım elime hesap makinesini.

Defalarca…

Üşenmeden, yılmadan, kalem kalem topladım.

Ama yok…

Ulaşamadım iki yüz otuz üç Liraya.

*

Calculator kesmedi, daldım internete.

Baktım ki, durumdan herkes muzdarip, biraz daha irdeledim.

Birde ne göreyim!

Meğer bizim vergilerin aracığına sızıvermiş, “Sayaç okuma bedeli”

Şimdi gelelim zurnanın zırtına.

*

Çok kıymetli…

Değerli…

Enerjisine paha biçilemeyen elektrik tüccarı, sevgili AKSA…

*

Sen diyorsun ki…

Ne kadar elektrik kullandın, benim çırağı gönderdim ondan öğren.

Öğrenir öğrenmez de...

On gün içinde…

Tükettiğini ver, vergilerini ver, ha bunları vermişken, sayacı okuyan çırağın maaşını da ver.(!)

Yahu kardeşceğizim.

Kıymetlim.(!)

Verelim vermesine de…

Yukarda anlattım.

Kasap Mustafa, Şoför Yunus, Bakkal Alparslan, Balıkçı İsmail, mağazadaki Damat Ferit…

Bunlara da fiyat sordum, zerre bi’şey istemediler.

Sen sattığın elektriği tahsil ederken, birde borç söyleme parası istiyorsun.

Hem de çaktırmadan.

*

Çok yazık, çok günah...

Milletin elektriğiyle oynuyorsun.

Çarpılacaksın ben diyeyim!