Kimin, kime savaş açtığının belli olmadığı şu gıcırdayan ortamda…

Oturup komplo teorilerini konuşacak değiliz.

Neyse ne!

İster doğal olsun, ister biyolojik silah…

Odaklanmamız gereken asıl mesele, korona virüsün insanları ayırmaksızın ne denli çaresiz bıraktığı.

Elimiz kolumuzun bağlanması bir yana…

Tık… Tık… Tık… Yitip gidin yaşamları izlerken, ömürlerimizden ömür gidiyor değerli okurlar.

Görüyorsunuz.

“Aman bu illet bana da bulaşacak korkusu” yetti hayatın rutin akışını durdurmaya.

Öksürmeyen, ateşi çıkmayan canına minnet…

Dersin nefes alırken ölüyor, nefes verirken diriliyoruz.

Yok, efendim o zenginmiş…

Filancanın şu kadar malı/mülkü varmış.

Hepsi boş…

Yani bin para etse de kıymetsiz.

Dolayısıyla efendim.

Bugünlerde kimin, kim olduğunun bir önemi kalmamış.

İster ünlü olsun, ister sıradan…

Tanıyalım, ya da tanımayalım.

Ağzımıza aldığımız isimlerin kıymetini, yaşayıp yaşamadıklarıyla belirliyoruz sadece.

Anlatmak istediğim.

Birbirimizle yeniden tanıştık bu virüs illetiyle.

Değerlerimiz değişti, ön yargılarımız şekillendi.

Nerde, ne olduğumuzu anladık kabaca.

Mal, mülk, makam, para.

Bunlardan hiçbirinin bir nefese joker hakkı tanımadığını, maskelerin arkasına girince anca anladık.

Şarj cihazı olmayan hayatlarımızda boşu boşuna öyle tükenmiş, öyle harcanmışız ki…

Hem kendimizi, hem birbirimizi es geçmişiz hiç farkına varmadan.

Demem o ki, bir olmak için gün sayan ahali…

Meğer ne kadar kıymetliymiş birbirimize sarılmak.

Sevinçlerimizi paylaşmak…

Hüzünlerimize ortak olmak, ne mukaddesmiş meğer.

“Amaan şununla kim tokalaşacak şimdi” dediğimiz anlarda bile ne müebbetler yatmışız hiçte umursamadan.

Başa geldi, öğrendik.

Zormuş hakikaten ayrılık.

Korkuyla, iki metre uzakta durmak.

İki metre uzaktayken biz olmaya çalışmak…

Meğer hiçte bize göre değilmiş yani.