Sınav sonuçları açıklandığından beri iki duygu birden hissediliyor diye düşüyorum: gurur ve belirsizlik…“Acaba doğru kararı verdik mi?” ,“Ya uyum sağlayamazsa?”,”Ya iş bulamazsa?” diye sorular uzayıp gider… Bu yazıda tercihlerin sadece velilerin isteklerinden ibaret olmadığını; aynı zamanda çoğunuzun duygularından, beklentilerden ve alacağı sorumluluklardan oluşan bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini fark edeceksiniz. Bu haftaki yazımızda üniversite tercih süreçlerini konuşacağız…

Velilik Nerede Başlar, Nerede Durur?

Veli olmak bu dönemde gerçekten zor. Çocuğumuzun geleceği söz konusu olunca ister istemez devreye giriyoruz: En iyi bölümü, en iyi şehri, en garanti mesleği bulmak istiyoruz. Ama durup düşünelim; bu karar kimin hayatını şekillendirecek? Bizim mi, çocuğumuzun mu?Elbette tecrübemiz var, rehberlik etmek istiyoruz. Ama rehberlik, yön vermek değil; birlikte düşünmek demek. Onun ne istediğini, neyi sevdiğini, neye ilgi duyduğunu anlamaya çalışmak, belki de bu süreçte verebileceğimiz en büyük destek.
Üniversite yıllarımda ailelerin tercih sürecine karışmasıyla birlikte birçok arkadaşımın yeteneklerine ve hayat beklentilerine uymayan bölümlere gittiğini gözlemledim. Bu gözlemin sonucunda söyleyeceğim şey şu; veli olarak her şeyi biz belirleyemeyiz, belirlememeliyiz de. Bazen sadece dinlemek, yanında olduğumuzu hissettirmek ve sorumluluğu çocuğunuza vermek yeter. Çünkü üniversite tercihi bir liste değil, bir yaşam kararıdır. Bu kararı birlikte konuşarak ama son sözü ona bırakarak almak; işte gerçek destekçilik budur.

Hangi Bölümü Tercih Etmeli?

“Gelecekte hangi meslek daha çok para kazandırır?”, “Yapay zekâ her şeyin yerini alacak mı?”, “Şu bölümün iş garantisi var mı?”... Bu sorular, tercih döneminde velilerin en çok sorduğu ve en çok kafa yorduğu sorular. Aslında haklıyız da. Çünkü çocuğumuzun sadece iyi bir eğitim almasını değil, mezun olduktan sonra rahat bir yaşam kurmasını istiyoruz. Kim istemez?

Ama şöyle bir durup bakalım: 10 yıl önce en parlak görünen mesleklerin bazıları bugün yok denecek kadar az. 5 yıl önce hiç duymadığımız işler, bugün en çok aranan pozisyonlar arasında. Dünya, özellikle teknolojiyle birlikte öyle bir hızla değişiyor ki geleceği birebir tahmin etmek artık neredeyse imkânsız.İşte bu yüzden çocuklarımızı sadece “hangi meslek revaçta?” sorusuna göre yönlendirmek sağlıklı değil. Çünkü o meslek, belki de mezun olduklarında çoktan dönüşmüş olacak. Esas olan; çocuğun kendini tanıması, neye ilgi duyduğunu bilmesi ve bu ilgi alanında kendini geliştirebileceği bir yol seçmesi. Yani meslekten önce beceriye, tutkulara ve öğrenmeye açıklığa odaklanmak gerek.

Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarında da sıkça vurgulanır: Artık şirketler sadece diploma değil, “öğrenebilirlik”, “problem çözme yeteneği”, “takım çalışması” gibi becerilere bakıyor. O yüzden tercih ettiğimiz bölüm, bu yetenekleri kazandırıyor mu, çocuk o alanda üretken olabilir mi — asıl mesele bu.

Veliler olarak geleceği garanti altına almak istiyoruz, evet. Ama unutmamamız gereken bir şey var: Hiçbir gelecek, tutkudan ve iç motivasyondan daha güçlü bir garantör değildir. Çocuğumuz gerçekten sevdiği, ilgisini çeken bir alanda yol alırsa; değişen dünyaya da, dönüşen mesleklere de çok daha kolay uyum sağlar.Yani mesele, geleceği bilmek değil. Mesele, çocuğumuzun neye heves ettiğini anlayabilmek. Ve o hevesin peşinden gitmesine destek olmak. İşte o zaman, doğru yerdeyiz demektir.

Üniversite Dediğin Sadece Bina Değil!

Üniversite deyince çoğumuzun aklına ilk olarak binası, kampüsü, şehri geliyor. Bazılarımız için büyük yeşil alanlar, bazıları için modern binalar, kimileri içinse merkezi konumlar ön plana çıkıyor. Ama aslında üniversite sadece fiziksel bir mekân değildir. O kampüste geçirilen yıllar, çocuğunuzun yalnızca akademik bilgi değil, hayat bilgisi kazandığı çok değerli bir süreçtir. Burası biraz da hayat okulu gibidir. Kampüs hayatı, kulüpler, gönüllülük faaliyetleri, öğrenci değişim programları, seminerler, atölyeler, sosyallik... Bunların hepsi bir üniversitenin sunduğu gerçek değerlerdir. Çünkü genç bir birey yalnızca sınavlara çalışarak değil; insanlarla iletişim kurarak, tartışarak, fikir üreterek gelişir. Kulüp çalışmalarında sorumluluk alır, etkinlik düzenlerken stresle baş etmeyi öğrenir, bir topluluğa ait olmanın değerini keşfeder. İşte bu yüzden üniversite seçerken sadece “akademik sıralama”ya değil, üniversitenin ruhuna da mutlaka bakmak gerekir.

Kimi zaman “önemli olan üniversitenin adıdır” deriz, kimi zaman da “bölüm ne olursa olsun, iyi bir okulda okusun” diye düşünürüz. Ama aslında bu iki yaklaşımın da tek başına yeterli olmadığını fark etmek gerekir. Evet, köklü ve kaliteli bir üniversite çok şey kazandırabilir; çevre, vizyon, disiplin... Ama çocuğunuz bu üniversitede istemediği ya da yatkın olmadığı bir bölüme giderse, o imkânların çoğu boşa gider. Aynı şekilde, sevdiği bir bölümde okuyordur ama üniversitenin akademik düzeyi, öğretim kadrosu ve altyapısı yetersizse, bu da gelişimini kısıtlayabilir. Bu yüzden “üniversite mi, bölüm mü?” sorusunun en sağlıklı cevabı “denge”dir. Öğrencinin hem ilgi duyduğu hem de kendini geliştirebileceği bir bölümü, sağlam olanaklar sunan bir üniversiteyle buluşturmak en doğru yaklaşımdır. Unutmayın, üniversite ismi bir kapı açabilir; ama o kapının ardında ne yapacağını belirleyen şey, öğrencinin tutkusu ve ne kadar doğru yerde olduğudur.

Unutmayın!, çocuklarımızın yolu bizimkine benzemek zorunda değil; onların hayatı, onların kararları ve bizim desteğimizle çok daha güçlü adımlar atabilirler. Bize düşense onların yanında, sessiz ama kararlı bir omuz olmaktır.

“Yeni yazıda buluşmak dileğiyle, bilgiyle kalın.”

Saygılarımla,
İrfan BAŞKAYA, MSC