Artan dünya nüfusu, bölgesel ve yerel nüfuslar bütün ülkeleri değişik şekilde etkileyen küresel değişim/dönüşümler hızla gelişirken,ülkemizde kendisini yenileme ihtiyacını ön plana çıkarmak zorundadır.
Aslında ülkemizin üstlendiği misyon gereği ve içinde bulunduğu sıkıntılı coğrafyanın gerçekleriyle yüzleşmek zorunda olduğu gibi refah, barış ve istikrar çizgisindede bir itici ve öncü güç olmak zorundadır ve bu potansiyele fazlasıyla sahiptir.
Etrafımızı çevreleyen coğrafyadaki ülkelere baktığımızda ülkemiz hem stratejik ve hemde tarım jeoekonomisi açısından en güçlü konumda olduğu ve çok taraflı ticaretin geliştirilmesinede müsait olduğu bir gerçektir.
Bu bağlamda kendi koordinatlarında tüketim eğilimlerinin gittikçe arttığı bir dönemde, üretimden gelen ihracat gücümüzün artırılmasıda ekonomik gerçekler yönünden çok önem taşımaktadır.
Ancak ülkemizin Gümrük Birliği Anlaşmasıyla istenilen avantaǰlara sahip olamaması, Karadeniz havzaları, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi kanalları çalıştırarak pozisyon tutmamız oldukça mümkündür.
Bu pencereden bakıldığında gelişmeleri jeostratejik güç gibi dünyayı kapsayan olaylar içerisinde değerlendirip 21.yüzyılı çok iyi okumak ve her yönüyle iyi çalışmak gerekmektedir.
Çünkü kendi coğrafyamızdaki bileşenler ortamında kalıcı roller üstlenemezsek oluşacak boşlukları başkâları dolduracaktır.
Onun için bu sistemin hazırlayıp sunduğu ekonomik fırsatları özellikle tarımsal açıdan ve gıda güvenliği bağlamında oluşacak gelişmeleri hiç zaman kaybetmeden ülkemiz kullanmak mecburiyetindedir.
Zira dünyada uluslararası güçler her şeyi daha üst düzeyde belirlemeye doğru giderek, tarım ve gıda konusunda gizliden gizliye paylaşım savaşlarını sürdürüp, ülkemizi de bu girdabın içine çekmeye çalışmaktadırlar.
Artık bütün sektörlerde ortak payda bilgi, bilişim, endüstri dört sıfır ve yapay zeka gibi icatlar devreye girerek devrim niteliğindeki bu gelişmeler insan, toprak, su, bitki ve hayvancılık ilişkilerini bu dönemin özellikleri içinde anlamaya aynı zamanda pratiğe intikal ettirmeye çalışmaktadırlar.
Ülkemizde bu bileşenlerin ortak paydasına tarımı koyarak üretim, işleme ve pazarlama koordinasyonunu çiftçiyi ve tüketiciyi koruyarak devam ettirmelidir.
Yani tarım sadece bir ekonomik olay olmayıp, bir yaşam tarzı ve toplumsal bir olay olması itibariyle geniş kapsamlı bir yaklaşımla ortaya konulmasıda ayrı bir mecburiyettir.
Gelişmiş ülkelerin geçirdiği safhalar iyi analiz edildiğinde ortak eylemin tarım ve sanayinin birbirini destekledikleri görülmüş olacaktır.
Bu ülkelerde sanayi gibi tarımında çok gelişerek ileri düzeyde olması tarım-sanayi entegrasyonunun çok iyi organize edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Onun içindirki bu ülkeler dünyaya en fazla ham ve işlenmiş tarım ürünü satmakta bizlerde bu zihniyetin pazarı durumu haline gelmeye devam etmekteyiz.
Aslında ülkemiz nüfusunun önemli bir kısmı tarımla uğraşmakta ancak,buna rağmen karınları tok sırtları pek olmadığı için,üretici olmayı devam ettirememektedirler.
Çiftçiler aynı zamanda ürettiklerini işleyip kıymetlendiremedikleri için iç ve dış pazar payındada söz sahibi olamıyor ve emekleride devamlı sömürülmektedir.
Durum böyle oluncada aracılar ucuza alıp,fahiş karla sattıkları için tüketicilerde ürünleri ucuza alamamaktadırlar.
Onun için tarım ürünlerinin üretildiği yerde işlenip pazarlanması hem çiftçi geliri ve hemde tüketici açısından önem arzetmektedir.
Bu yöntem hayata geçirildiğinde ülkenin dengeli gelişmesi ve kırsal yörelerinde ihmal edilmişliği ortadan kalkmış olacaktır.
Ayrıca yıllardan beri yanlış ithal politikalarıyla büyük darbelere maruz kalan Türk tarımı ile uğraşan çiftçiler, tarımsal desteklemelerden yeterli payı alamadıkları için üretimden uzaklaşmaya devam etmektedirler.
Yeniden bir toparlanma için tarımın tüm alanlarında ürün, gübre, ilaç, makine, su ve değişik sübvansiyonların devlet tarafından acilen yeni bir destekleme projesinin devreye sokulması gerekmektedir.
Bu sağlanmalıki ülkemiz çevresindeki ülkelere göre üretimde ve ihracatta dominant duruma gelsin.
İşte tamda burada yedi bölgeden oluşan ülkemizde her bölgenin üretim kültürü, ürün deseni, iklim ve toprak özellikleri, tarımsal varlıkları, örgütlenme alışkanlıkları, ürün işleme ve pazarlama yetenekleri ve benzeri aktiviteler o bölgenin kendi iç dinamikleriyle örtüşecek tarzda planlanmalıdır.
Aslında dünya beslenme sorunuyla boğuşurken ülkemiz hem kendi nüfusunu besleyip ve hemde tarım ürünü ihraç edecek birikimi mevcuttur.
İnsan kaynağı ve teknik güç rezerv olarak bulunmakla birlikte temel eksiklik politikasızlıkta yatmaktadır.
Dahası ülkemiz,insanımızın çeşitlenen gıda maddeleri ihtiyacanı sağlıklı ve ekonomik anlamda üretebilecek bir çok ülkeden daha fazla mükemmel bir şansa sahiptir.
Tarım aynı zamanda bilimsel anlamda ekolojik bir sektör olup, sanayiye hammadde sağladığı gibi sosyal ve kültürel boyuttada çok önemlidir.
Zira tarıma sağlanan destek sadece köylüye ve çiftçiye değil tüm ulusumuza sağlanan destektir.
Onun içindirki ülkemizin yedi bölgesindeki ürün çeşitliliği ve diğer olanaklar bakımından tarımsal üretime her mevsim müsait olup, buda özel olarak çok önemli coğrafik bir şansdır.
Bu husus ülkemiz ve tarım sektörü açısından önemli bir stratejik durum olmakla birlikte, komşularımızla rekabet yönünden jeoekonomik ve jeostratejik bir güçtür.
İşte tamda burada tarım, üretim yapıp ,işleyerek değerlendirme ve pazarlama süreçlerinide ifade eder.
Bu bağlamda ulusumuz tarım kavramını bir gelecek düşüncesi olarak almak ve anlamak bakımından bu sektöre layık olduğu değeri vermek zorundadır.
Aynı zamanda bu durum bir vatandaşlık görevidir.
Tarım sektörü geliştirilmediği sürece sanayi sektörü gereği gibi geliştirilemez ve bu durumda bolluk içinde yokluk çekerek ne strateji oluşturabiliriz nede tarımı anlamada fikir üretebiliriz.
Sonuçta kapitalizmin istediği gibi bağımlılık kıskacına alınıp insanlarımızın geleceği olan tarımı bitirmiş oluruz.