Trabzon sıradan bir şehir değildir. Bu şehir yalnızca Karadeniz’in kıyısında kurulu bir liman kenti değil; çağlara yön vermiş, medeniyetler kurmuş, padişahlar yetiştirmiş, fikirlerin ve inançların harmanlandığı bir başkenttir. Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Yavuz Sultan Selim’in yönettiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın doğup büyüdüğü bu topraklar; sadece geçmişin izlerini değil, geleceğin ilhamını da içinde taşır.

Trabzon, Kanuni’nin beşiğidir. Osmanlı’nın en güçlü ve en uzun süre hüküm süren padişahı burada doğmuş, bu toprakların havasını solumuş, suyunu içmiş, dağlarına bakıp hayal kurmuştur. Bu, şehrin taşıdığı yükü değil; sahip olduğu asaleti anlatır. Trabzon’un her sokağında, her duvarında bir sultanın sessiz adımları yankılanır.

Bu şehir, yalnızca Osmanlı’nın değil, Cumhuriyet’in de göz bebeğidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Trabzon’u tam üç kez ziyaret etmiştir. 15-17 Eylül 1924, 27-29 Kasım 1930 ve 10-11 Haziran 1937 tarihlerinde bu aziz şehre gelmiş; her gelişinde halkla kucaklaşmış, bu şehrin enerjisini hissetmiş, hatta vasiyetini Trabzon’da kaleme almıştır. Atatürk’ün gözünde Trabzon, sadece Karadeniz’in incisi değil; vatan sevgisinin, ilerleme arzusunun ve millet ruhunun da bir yansımasıydı. Atatürk Köşkü, onun bu şehre olan sevgisinin bir nişanesi olarak bugün hâlâ ayaktadır.

Trabzon’un nüfusu değil, nüfûsu büyüktür. Bu şehir, sayılardan değil; ruhlardan, izlerden, hatıralardan meydana gelir. Ayasofya Camii, Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan kültürel bir köprüdür. Mimarisinde, inancın ve estetiğin birlikte harmanlandığı bir zarafet yatar. Sümela Manastırı, Tanrı ile doğa arasında inşa edilmiş bir dua mekânıdır. Dağın kalbinde yükselen bu yapı, yalnızca bir mabet değil; insanın sonsuzluk arayışıdır. Şövale Manastırı, bilinmeyeniyle, sessizliğiyle ve sadeliğiyle bu tarihsel dokuyu tamamlar.

Ve elbette ki Uzungöl… Trabzon’un doğaya yazdığı en güzel mektuptur. Dağların ortasında, gökyüzüne yaslanmış bir huzur aynasıdır. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin hayranlıkla ziyaret ettiği bu doğa harikası, Trabzon’un turizmdeki anahtarıdır. Ancak bu anahtar, betonla değil; bilinçle korunmalıdır. Uzungöl, yalnızca bir göl değil; bir dünya mirasıdır.

Trabzon’a hizmet etmek, sadece yol yapmakla, beton dökmekle olmaz. Bu şehir zaten başlı başına bir sanat eseridir. Asıl görev, onu anlamak, korumak ve hak ettiği değeri vermektir. Çünkü bu şehir bir liman kentidir ama sadece ticaretin değil; sanatın, kültürün ve tarihin limanıdır.

Trabzonspor, yalnızca bir futbol kulübü değil; bir halkın karakterini sahaya taşıyan bir semboldür. Her maçta yankılanan marşlar, sadece bir skorun değil; bir şehrin direnişinin, inancının ve birlikteliğinin sesidir.

Sonuç olarak: Trabzon, bir tabeladan ibaret değildir. Bu şehir; bir padişahın beşiği, bir Cumhurbaşkanı’nın ilhamı, bir halkın onurudur. Atatürk’ün üç kez geldiği, Kanuni’nin doğduğu, Fatih’in fethettiği bu şehir; sadece geçmişe değil, yarına da yürümeye hazırdır. Onu anlamak, sadece tarih okumakla değil; vicdanla bakmakla mümkündür.

Trabzon, korunması gereken bir miras değil; yaşatılması gereken bir ruhtur.