Dünya ölçeğinde az gelişmiş ülkeleri gelişmiş ülkelerden ayıran temel ve güvenilir ölçülerin başında aktif nüfus içinde tarımla uğraşanların büyük oranda yer alması gelmektedir.Ülkemiz tarım ülkesi olmakla birlikte yeterli topraklarımıza karşın, 86 milyon insanı beslemek için bu toprak ve insan kaynaklarımız fizibil kullanılmamakta ve ülkemiz besin ihtiyaçlarımızın bir çoğunuda ithal etmektedir. Hem toprağınız olacak, insan kaynakları, üretim kültürü ve para olacak ve birde tarımsal açıdan dışa bağımlı olacaksınız.
Bu durumun izah edilebilir bir yönü olmadığı gibi yaşanan sorunların kaynağını kurutmak ve verimi artırmak için çarelerde aranmamaktadır.Genelde gelişmiş olan ülkelerde tarımda çalışan aktif nüfus oranının düşük olmasına karşılık, az gelişmiş ülkelerde bu oran daha yükseklerde seyretmektedir.
Gelişmiş ülkelerin insanları sanayi sektöründe çalışırken, bizim ülkemizin böyle bir istihdam kapasitesi olmadığı halde 1969 yılında 35 ülke arasında tarımla uğraşan nüfusumuz 0/071.8 ile ilk sıralarda yer alırken bugün köylerde yaşayan toplam nüfus yaklaşık 6 milyon olup, ülkemiz bu anlamda oldukça gerilere düşmüştür. Aslında aradan 56 yıl geçmesine karşın dünya tarımında; Ar-Ge'den üretime pazarlama, teknoloji, soğuk zincir, depolama ve tarımsal çeşitlilik artarken ülkemizde dışa bağımlılık da gittikçe artmaktadır.
Yani bir türlü tarımsal verimliliği artırmada ön alamamızın temel nedeni, tarımsal potansiyelimizi ve bu sektördeki teknik gücümüzü kullanamamızdan kaynaklanmaktadır.Yani tarıma yoğunlaşma ve makinleşme gibi gelişmelerin önünün kesilerek ilkel tarımdan kurtulma gibi olanaklar devreye sokulmamış ,bunun yanında elverişli toprakların tümü tarıma açılmamış ve atıl bir duruma terkedilmiştir.
Bunun yanında modern tarıma geçmenin önünde bazı görenek ve geleneklerin hakim olduğu ilkel araçların hala kullanılıyor oluşuda ayrı bir çıkmazdır.Yine tarım kesimine aktarılan sermaye çok az olup, tarım yapılan toprakların önemli bir kısmı da feodal hegomonyanın tasarrufu altındadır.Y ani 21. yüzyılda sosyal bir devlette toprak feodalizmi hüküm sürüyorsa ,burada barışçıl bir paylaşımdan ve üretim özgürlüğünden bahsetmek olanaksızdır.
Temel toprak bağlamında anti bölüşümsüzlük üzerine sahiplenilmişse yani topraksız köylüler başkalarının topraklarında;"Kiracı, Yarıcı, Maraba ve Irgat"olarak çalışıyorsa tarımda her zaman önemli bir üretim hacmi yaratmanın önünü kesiliyor demektir.
Bu şekilde çalışan insanların hayatta emekli olma gibi sosyal bir güvenceye kavuşmaları da imkansız olup, olay ciddi bir insan hakkı ihlalidir.
Yasal altyapı olmayınca da tarım ürünlerinin dönüm başına verimininde düşük olması feodalizmin bir çıkmaz göstergesidir.Aslında ülkemizin şimdiye kadar bu çıkmazdan kurtulması gerekirken maalesef olay daha toplum aleyhine kronikleşerek devam etmektedir.Tarımsal az gelişmişlik beslenme güçlükleri yaratırken, bu yaşamsal ihtiyacını Misak-ı milli topraklarından karşılayamayan ülkemiz dış alemde arayışlara girmektedir.
Yani ülkemizin verimli topraklarında üretim yapan bir tarım işçisi 25-30 kişiyi besleme imkanına sahipken, tarım kesiminde çalışanların sayılarının gün geçtikçe düşmesi özellikle "Tarımsal Sanayi Sektöründe'"ciddi sıkıntılar yaratmaktadır.Ayrıca tarım bir uygarlık olup, ülkemiz geçmişten gelen kayıplarla bu gelişimi realize etemediği için ,sıkıntılar çoğalmakta ve ülke tarımımız yerli ve yabancılarca kuşatılmaktadır.
Tarımda 3.uygarlık dönemini yaşayan ülkeler yeni yeni atılımlarla daha ileri gitmek için aklı ve bilimi kullanmayı temel kriter olarak alırken, ülkemiz nüfusunun 86 milyona ulaşmasına rağmen, planlı bir üretim sisteminin kurulmamış olmasıda tarımdaki verim artışının, nüfus artışına ayak uyduramadığı ayan beyan ortadadır.Onun içindir ki kötü olan beslenmenin iyileştirilmeside mümkün olmadığı gibi FAO'nun bu konuda ortaya koyduğu rakamlarda oldukça düşündürücü ve ürperticidir.
Bu çağrışımdan kaynaklı gelişmiş ülkelerin tarım piramidiyle ,ülkemiz tarım piramidi sanki birbirlerine kapalıymışçasına, iç dinamikleride aşırı mülkiyetçilik zihniyetiyle tarıma her türlü zararı vermektedir.Bu bağlamda gelişmiş ülkelerin tarımından kendi tarımımıza taşımamız gereken bilgi, kültür, birikim ve teknoloji konusundada kılımız kıpırtamamaktadır.
Anadolu halkı binlerce yıldan beri her türlü yerli ürünleri genlerini değiştirmeden kullanmış ve tarımsal faaliyetleri kesintisiz devam ettirerek, bu konudada bağımsızlığını koruyarak özelliğine bakılmaksızın önemli bir üretim kültürünü ve öğretisini bizlere bir miras olarak bırakmışlardır.Korunamayan bu toplumsal üretim birikimleri yerini, tadını ve aromasını hibrit ürünlere bırakarak ,ülkemizin yüzyıllar boyunca muhafaza edilen milli Anadolu gen kaynakları da elden çıkarak yok olmaktadır.Burada gerçek olan insan ve hayvan beslenmesindeki üretim varlıkları ne yazıkki korunamamış, onun içinde tarımsal varlığımız dış ülkelerden bize verilen melez karakterlere kalmıştır.
Bir taraftan tarımsal ürünlerde dışa bağımlılık, bir taraftan feodalizm, bir taraftan tarıma yeterli ölçüde finans ve teknoloji aktarılamayışı ve daha bir çok faktör yanında Ar-Ge çalışmalarının yapılmayışı toplumun can damarı olan tarımda artık ,sorunları aşmak için sosyal barışı sağlamak öncelikli bir konu ve süreç olmalıdır.Bunun için ivedi olarak; tarımda çiftçinin ağırlığının Devlet tarafından ortaya konulması ve toprak reformu daha geciktirilmeden çözüme kavuşturulmalı ve çiftçi piyasasında dönen finansın güçlendirilmesi gerekmektedir.Ayrıca bir an önce ülkemizde feodalizm ve onun koruyucuları devreden bir daha hayat bulmayacak şekilde çıkarılmalıdır.Yoksa toplumsal tarım barışını sağlamak gün geçtikçe daha zorlaşacak, feodal sermaye tarımsal hakimiyeti sağlayarak daha ciddi sorunlar bizleri yaşam açısından sıkıntıya sokacaktır.