İnsan yaşamının ve dinamik bir toplumun temeli sağlıklı gıda ile beslenmeden geçtiği bilinmekle birlikte, ülkemizde ve dünyada tarımın stratejik ana bir sektör olduğu bir gerçekliktir.

Durum bu derece önemli olduğu halde gıdaya erişim ve maddi olanaksızlıklar artık insanlık önünde ciddi bir engel olarak devam etmektedir.

Tarımsal ana girdilerin pahalı olması, nakliye, depolama, hasat ve fire maliyetleride fiyata yansıtıldığında tarladan üç veya beş liraya alınan herhangi bir ürün markette kırk lira veya daha üst bir fiyattan satılmakta üretici ise bu çelişkiden en fazla zarar gören olmaktadır.

Maliyetinin altında ürününü satmak zorunda kalan çiftçinin ya ürünü tarlada kalmakta yada emek rantcıları tarafından satın alınarak çok pahalı olarak piyasaya verilmektedir.

Neticede tarlada hasattan markete kadar uzanan devreye bir çok aracı girince ve serbest piyasa denetimide gereği gibi yapılmayınca üreticinin mağduriyetide gittikçe artmakta ve çiftçi artık tarlayı,bağı ve bahçeyi bırakarak tarımdan uzaklaşmaktadır.

Süreç uzayınca topraklar tarımsal amaçlı kullanım özelliklerini kaybetmekte ve en vahim olanıda hızlı bir şekilde gıda krizine yani gıda bulamamaya doğru gidişat alarm vermektedir.

Tarım sektöründe üretim bütünlüğü bozulunca yeniden toparlanma çok güç olacağından artan ülke nüfusumuzun beslenmeside ciddi bir kırılmayla karşı karşıya kalması ihtimal dahilindedir.

Zira yurtdışından hemen,hemen gümrük tarifeleri sıfırlanarak sürekli tarım ürünü alınması yerli üreticiyi ciddi anlamda zorlarken, tarımsal üretim de 0/017 oranında düşdüğüne göre başka sebep aramaya gerek kalmamaktadır.

Aslında ülkemiz tarım dış alımında maratoncu,çiftçilerimizde tarlada yanlız bırakılan pozisyonda dış ve iç alımcıların koordinatlarında yök hükmünde görülen emekçilerden ibaret kalmaktadır.

Emeğinin, tarlada göz göre göre çürütüğünü kabullenmek demek artık,benden bu kadar benim yolum çıkmaz yol demektir.

Birçok koruma kanunu çıkarılıp bazı kesimler devlet imkanlarından azami ölçüde nasiplendirilirken çiftçiye gelince kanun niçin farklı uygulanıyor bunu anlamkta olası değildir.

Şayet ülkemizde yeteri kadar gıda üretilemez ve tarımsal ürünler için milyar dolarlar ödenmeye devam edilirse, enflasyonun düşme olasılığı gerçekleşmeyecektir.

Dünyada halkını düşük enflasyonla yaşatan tüm ülkelerde üretim ilk sırada olup her alanda yapılmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde daha fazla üretim yapmanın çareleri aranırken maalesef bu yöntem bizim tarım terminolojimize girmediği gibi çırpınan üreticinin halinden anlayan bir yetkili, kurum ve kuruluşta bulunmamaktadır.

Bu bağlamda dünyada tarımsal üretim maliyetleri düşerken bizde olayın bir uçuruma dönüşmesi ve burada koruyucu bariyerlerinde devreye sokulmaması sanki tarımın çökertilmesine ve birilerinin bu sektörden devasa karlar elde etmesine yönelik, gizli bir projenin devreye sokulduğu kanaatini güçlendirmektedir.

Tarımda bir maraton yarışı olmasına karşın bu mücadeleden üretici değil girdi ürünlerini (Tohum, fide, fidan, gübre, ilaç ve Alet Ekipman vs.) satan firmalar ile tarımsal ürünleri yok pahasına üreticiden alan iç tüccarlar önde koşmaktadır.

Burada yapılan yarış her etapta üreticinin aleyhine olmakta ve yıllarca sürüp gide gide sorun kronikleşip iş limite dayanmış ve çiftçininde ne parası, ne mülkü ve nede takatı kalmış olup, maratona bile bu çöküntü içinde girme şansı bulunmamaktadır.

İthalatçı ve ihracatçı firmaların kendi örgütleri olduğu için başta devlet olmak üzere her bankadan istedikleri kredi ve teşvikleri alırken, çiftçi hem örgütsüz ve hemde üzerinde mal mülk bir şey kalmadığından bu olanaklardan yararlanamamaktadırlar.

Aslında ikinci yüzyılın başlangıcı, Türkiye'de her sahada reformlar yılı olması gerekirken, tarımdan teknolojiye, eğitimden hukuk'a ve toplumun tüm birimlerini içine alan sosyal politikalara kadar kapsamlı yenilikler yapmalı ki küresel düzeyde rekabet gücünüde artırabilecek gibi güzel bir gelişme hayata geçirilebilsin...

Böyle oluncada ekilebilir ve dikilebilir büyüklüğü 24.1 hektar tarım alanı olmasına karşın, kendi çiftçimizin üretiminin ve emeğinin heba olmasına göz yumularak tarımda dışa bağımlılik devam ettirilmektedir.

Milli gelirimizin 0/010'u tarımdan sağlanırken bu çıtayı daha yukarı çıkarmak için insan, para, toprak, su ve iklim koşulları fevkalade iken neden bu rezerv olanak ekonomik anlamda dövize ve insanlarımızın kaliteli beslenmesine çevrilememektedir.

Ekonominin ana sektörlerinden biri olan tarım ülkeler arası ticarette rolü büyük olduğu için politik, stratejik ve fırsat argümanı olarak kullanılmaktadır.

Dışa bağımlılığımız gittikçe artarken ülke çiftçimiz nasıl olacakta temel yapısal sorunlar çözülmeden (Maliyet, eğitim, planlama, sulama kalite ve verim vs.) çiftçi üretime nasıl devam etsin ve maratonda da devre dışı kalmadan yolunu yürüsün...

Netice olarak 1970'li yıllarda nüfusumuzun hızla artmasına rağmen dünyada kendi kendine yeterli yedi ülkeden biri iken nasıl olduda zamanla ithalata bağımlı hale geldik.

Sonuç çok açık ve bir o kadarda net, biz ülke olarak kötü politikayı seçtik ve çiftçiyi kendi başına bıraktık ve tarımda da dışa bağımlı hale geldik.

Çiftçimizin maratona devam etmesi ve devre dışı kalmaması için, birinci sırada planlama olmak koşuluyla; yöre bazlı üretime yoğunluk verilmesi, üretilen ürünlere alım garantisi verilmesi, çiftçinin örgütlenmesi, ana girdilerden ÖTV'nin kaldırılması, kredi ve teşviklerin sosyal içerikli olması ve maliyet düşürücü projelerin devreye sokulması önem taşımaktadır.

Yoksa bu şartlarda dışa bağımlılık devam ettiği sürece çiftçinin ayakta kalması imkansızlaşır ve çiftçi yenik düşmekten kendini kurtaramayacağı için tarımsal üretim ve pazarlama maratonunda da yer alamaz.