Hatırlar mısınız, okul yıllarında bazı dersler size su gibi akıp giderken, bazıları da sanki Çin işkencesi gibi gelirdi? İşte tam da bu noktada, 1980'lerde bir eğitimci olan Benjamin Bloom çok ilginç bir soru sordu: Acaba her öğrenciye özel bir öğretmen olsa, öğrenme seviyeleri ne kadar yükselirdi? Bloom'un yaptığı araştırmalar gösterdi ki, eğer bir öğrenci bire bir, yani sadece ona özel bir öğretmenle çalışırsa, normal bir sınıftaki öğrencilere göre tam iki sigma daha iyi sonuçlar alabiliyor! Peki bu "iki sigma" ne demek? Kabaca şöyle düşünün: Sınıfın ortalama bir öğrencisi , en başarılı %2'lik dilime yükselebiliyor! Bloom'un bu harika fikri maalesef pratikte pek mümkün olmadı. Düşünsenize, her öğrenciye ayrı bir öğretmen tutmak hem çok maliyetli hem de o kadar çok öğretmeni nereden bulacağız ki? Belki bu 1980 dünyasında mümkün değildi. Fakat şu an geleceğin sihirli değneği devreye girdi: Yapay Zeka !
Yapay Zeka Bloom’un Hayalini gerçekleştirebilecek mi?
Benjamin Bloom'un "İki Sigma Problemi" üzerine kurulu vizyonu, yapay zeka (YZ) ve teknolojinin ilerlemesiyle önümüzdeki 10 yıl eğitim alanında devrim yaratma potansiyeli taşıdığını söylemek mümkün. Yapay zekanın eğitimdeki potansiyel rolü, birebir öğrenmenin demokratikleşmesi ile de kendini gösterecek. Adaptif öğrenme sistemleri (öğrencinin ne bildiğini ve ne bilmediğini anlayarak ona özel içerikler ve sorular sunan akıllı eğitim sistemleri) ve anlık geri bildirim mekanizmaları (bir öğrencinin yaptığı doğru ya da yanlış işlemlere hemen tepki veren yaklaşım.) sayesinde, her öğrencinin öğrenme hızına ve seviyesine uygun kişiselleştirilmiş bir eğitim deneyimi sunabilir. Bu bahsettiklerimizin pratik örneklerini de şimdilerde görmeye başladık. Khan Academy, Duolingo gibi platformlar; öğrencinin hangi konularda zorlandığını analiz edip ona özel tekrar materyali sunuyor. Yeni geliştirilmiş AI tabanlı asistanlar (örneğin Khanmigo) 7/24 her öğrenciye soru sorma imkânı veriyor. lasik sınıfta bir öğretmenin yüzlerce öğrenciye yetişemediği birebir yaklaşım, yapay zekâ sayesinde dijital ortamda ölçeklendirilebiliyor. Böylece öğrenciler eksiklerini anında görebiliyor, hatalarını tekrar edip hemen geribildirim alabiliyor. Bu durum Bloom’un da dediği “başarıya ulaşana dek öğrenme” prensibine benziyor..
Geleceğe Umutlu Ama Temkinli Bakış
Genel olarak baktığımızda, yapay zekânın eğitimde gerçek anlamda bir devrim potansiyeli taşıdığı görülüyor. Öğrenciler için 7/24 çalışan birer sanal öğretmen hayal etmek artık mümkün. Ancak UNESCO gibi kurumlar da uyarıyor: Yapay zekâ okullara hızla girmekte ama hâlâ bunu denetleyecek net düzenlemeler eksik. Şu ana kadar hiçbir yapay zekâ uygulamasının öğrencilerin başarılarını kesin olarak artırdığı kanıtlanmış değil.Bir eğitim bilimci olarak da şunu akılda söylemeliyim ki, eğitim temelde sosyal bir faaliyettir – bir öğrencinin yalnızca bilgisayar ekranına bakarak tüm gerçek öğrenmesini sağlamasını bekleyemeyiz.
Buna rağmen yapay zeka ve eğitim teknolojilerinin geleceği oldukça umut verici. Yapay zekâ, işlerini kolaylaştıran bir araç olacağını; öğretmenleri bürokrasi yükünden kurtulabileceğini ve öğrenciye birebir vakit ayırma fırsatı yaratabileceğini görmek oldukça mümkün.
“Yeni yazıda buluşmak dileğiyle, bilgiyle kalın.”
Saygılarımla,
İrfan BAŞKAYA, MSC