Trabzon'un havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez kendi doğası içinde yetişen çok özel meyveleri vardır.
Amofta mevsimi Nisan ayı içerisinde başlar Mayıs ayında biter. İnanılmaz bir kokusu ve lezzeti vardır. Reçeli, kompostosu ve meyveli yoğurdu çok güzel olur.
Şimdilerde çok bulunmasa da ilçelerimizdeki yüksek köylerden halen daha orijinalini bulmak mümkündür.
Birçok çeşiti ve cinsi vardır.
En orjinali kokulu ve yuvarlak bezelye boyutunda olanıdır.
Reçeli yapılırken evlerimizin içersine inanılmaz bir bahar kokusu getirirdi.
İlkbahar aylarına girince aklımıza gelen ilkşey amofta meyvesidir. Genellikle fındık ocaklarının altlarında ve duvar diplerinde olur.
Çok narin bir meyvedir. Toplaması çok zahmetlidir. Topladıklarımızı ifteriden kopardığımız dallara dizer görselliğine bakmaya doyamazdık.
Yine bu mevsimde kapımızın önündeki ingiliz çimlerinin içinden nazar boncuğuna benzeyen tohumları avucumuzun içinde toplayıp eve gidip bir çay bardağının içine koyduktan sonra masamızın üstüne koymayı çok severdik.
Çocuk hallerimiz işte her bahar gelişinde içimizde fırtınalar kopardı.
Her mevsimin kendine has özellikleri vardı ama ilkbahar mevsimi bir başkaydı.
İlkbahar mevsimi bize içimizdeki çocukluk mucitliğimizi çıkarmamıza yardımcı olurdu.
Yapacak, uğraşacak çok meşgale bulurduk kendimize.
Kimimiz mimar, kimimiz inşaat mühendisi, kimimiz makine mühendisi, kimimiz doğuştan ev hanımıydık sanki.
Elmalardan ve fındık diplerindeki düzgün sürgünlerden Zagor baltası yapmak vazgeçilmezlerimizdendi.
Hele bilyalı araba yapmak her erkek çocuğun olmazsa olmazıydı.
Tabaklı uçurtma yapmayı, şansını sına ve misket oynamayı unutmadık değil mi?
Kız çocukları eski giysilerden bebek yapmayı, bir fındık ocağının dibinde çeşit çeşit yapraklarla tabaklar yapıp evcilik oynamayı çok severlerdi.
Kız erkek farketmiyordu, hepimiz kendimize göre bir eğlence buluyorduk işte.
Mahallelerimizde topaç yapan, tabaklı uçurtma çıtaları yapan marongozlar vardı, birkaç gün öncesinden siparişlerimizi verir heyacanla beklerdik.
Tabaklı uçurtma yapmak için un ve yumurta karışımından yapıştırıcı yapar uçurtmayı hazır hale getirirdik.
Kuyruk bölümü çok önemliydi. Uçurtmanın boyuna göre en az üç metre olmalıydı.
Sebze haline gelen büyük elma kasalarının içinden çıkan hazır uzun kesilmiş beyaz kağıtları kuyruğa düğümleyerek, itinalı bir şekilde gönye ayarınıda yaparak uçmaya hazır hale getirirdik.
Çocukluk hayalimizi gerçekleştiren bir evimiz de olmalıydı.
Fasulye sırıklarından kendimize kızılderili çadırı yapardık. Çadırın üzerini bahçedeki otlarla kapatırdık.
Evimizden aldığımız zeytin, peynir, domates ve üzerine tereyağ sürülmüş ve toz şeker ekilmiş ekmeği bu çadırda yemeği nedense çok severdik.
Şeker ,kolostrol, tansiyon, diyet nedir bilmezdik. Hasta olunca mahallemizdeki iğneci sermet ağbi gelir, iğnelerini bir kaba ispirto dökerek yakarak steril hale getirdikten sonra bize iğne vururken gözümüzden yaş gelsede ağlamamak için kendimizi zor tutardık.
Öyle her hasta olan çocuğu şimdiki anneler gibi apar topar hastaneye getirip bir sürü antibiyotiklerle tedavi ettirmezlerdi.
Her şeyin pratikte bir çözümü vardı.
Arabamızda olmalıydı !!!
Makine mühendisi olmamıza gerek yoktu, zaten hepimiz doğuştan makine mühendisiydik.
Araba yapma hayalimizide gerçekleştirmek için sanayi sitesinden dört tane bilya ve marongozdan oturacak büyüklükte bir tahta birazda çivi bize yeterliydi.
Çok değil bundan elli sene önce bizim jenarasyonun çocukları bu tür şeyleri tasarlayıp yapıyordu.
Şimdiki çocukları ve gençleri görüyorumda teknolojinin bütün imkanlarını ellerindeki akıllı telefonlarla birbirlerine mesaj ve yapay zekayla hazırlanmış videolar atarak kullanıyorlar.
Zamanlarının çoğunu kafelerde, çay bahçelerinde geçiriyorlar.
Oysa ki çağımız teknoloji ve bilgi çağı ellerindeki bütün imkanları yaratıcı fikirlerle kullanmaları gerekirken evlerinde boş boş oturmaları ne kadar can sıkıcı değil mi?
Bizler şanslı bir kuşaktık o zamanın şartlarına göre çocukluğumuzu doya doya yaşadık.
Hepimiz gibi o çocukluk günlerimizi hasretle özlemle anıyorum.
Kalın sağlıcakla...