Türkiye'nin tarıma dayalı ekonomiden, sanayi ve hizmetlere kadar olan ekonomik yapıya dönüşme çabası ya da kırsal toplumdan kentli topluma geçiş aşamasında bulunduğu durum hemen herkes tarafından bilinmektedir.

Kalkınmanın sanayileşmeyle eş anlamlı olduğu hemen hemen herkes tarafından dile getirilen bir özellik taşımaktadır. Doğal olarak planlı kalkınma projeleri, sanayileşme ya da teknoloji ve bilgi devrimi konusunda geliştirilmesi zorunluluğunu da beraberinde gündeme getirmektedir.

İşte bu nedenledir ki, yaşadığımız toplum, bilginin eyleme geçiriliş şeklinden, teknolojinin etkili, üretici ve değiştirici sistemlerinin çarpıcı egemenliğini yaşamaktadır.

Yani birçok engel bilgi sayesinde kalkmakta, iletişim sürecinin hızlı değişimlerle ulaştığı sonuçlarını 2025'li yıllarda ülkemizde aynı düzeyde ne yazık ki görme olanağı bulunmamaktadır. Türkiye’nin bu değişim dinamiğinin etkisinde kalmaması olanaklı değilken, globalleşmenin ya da küreselleşmenin ekonomilerde yarattığı entegrasyonu kaçınılmaz kıldığı bir toplumsal yapıda, ülkemizin bu genel veya ortak sürecin dışında kalması da anlaşılabilir gibi değildir.

Onun içindir ki Türkiye’nin kalkınmasında tarım çok önemli ve belirleyicidir. Ülkemizin kalkınmasını veya genel anlamda sanayileşmesini öngören senaryolar bu nedenle tarımı göz ardı etmemelidir.

Zira ekonomik ve toplumsal nitelikli birçok somut gerekçe tarımı Türkiye için vazgeçilmez kılmaktadır. Tarımın bir alt sektörü olan hayvancılık ve süt üretimi, artan ülke nüfusumuza paralel olarak artmadığı ve gittikçe azaldığı için süt ve süt ürünleri fiyatları önemli ölçüde yükselmekte ve insanların bu ürünlere erişimi de oldukça zorlaşmaktadır. Beslenmenin temelini oluşturan süt, tereyağı, peynir ve yoğurt gibi ürünler toplumun ihtiyacını karşılayamadığı için ülkemiz birçok ülkenin pazarı hâline gelmiş durumdadır. Bu ithalat politikası ülkemiz süt hayvancılığına önemli ölçüde darbe vurmakta ve insanları hayvancılık yapmaktan koparmaktadır.

Ayrıca meraların bakımsızlıktan veya değişik amaçlarla kullanılması hem otlatma kapasitesini hem de kaba yem temin olanağını oldukça sıkıntıya sokmakta, bu vesile ile dışarıdan saman ithal eden bir ülke konumuna düşürülmüş durumdayız.

Süt hayvancılığında temel kriter, bir kilo süt satıp iki kilo yem alınabiliyorsa bu üretim fizibil olmaktadır. İşte ülkemizde bu denge bir türlü sağlanamadığı için süt üreticisi zararına çalışmakta ve sonunda üretimden uzaklaşmakta, farklı bir üretim deneyimi de olmadığından fakir bir şekilde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir.

Süt hayvancılığını sürdüremeyen üreticilerin birçoğu da hayvanlarını kasaba verme durumunda kalmış ve yüzbinlerce süt sığırı bu şekilde elden çıkmış, çıkmaya da devam ederken çiftlikler de kapanmaktadır.

Süt sektöründe sorunlar had safhada olmasına karşın üreticiden sütün litresi 13-15 TL’den alınırken, aynı süt küçük bir işlemden sonra marketlerde 55-60 TL’den, yani yaklaşık yüzde dört yüz fazla fiyatla satılmaktadır.

Ulusal Süt Konseyi fiyatları sürekli süt sanayicileri lehine belirlemekte ve ülkemiz süt hayvancılığını çökme noktasına taşımaktadır. Girdi fiyatlarının çok yüksek olmasına karşın bu konseyin hangi kriterleri esas alarak ham süt fiyatını belirlediği bilinmemektedir.

Bu zaafı kullanan aracı firmalar da istedikleri gibi fiyat belirlemekte ve hiçbir kontrol mekanizması bu ulusal sorunu takip etmemektedir. Durum üretici aleyhine vahametini korurken, süt endüstrisini elinde bulunduran firmalar, bir de devletin sattığı süt fabrikalarından doğan denge boşluğunu fırsat bilerek iç alımla yetinmeyip yurtdışından başta krema ve çeşitli süt ürünleri getirip işleyerek daha yüksek fiyatla piyasaya sunmaktadır.

Bu ithalat girdabı karşısında süt üreticileri artık üretime devam edemediklerinden, kimisi ahırının, kimisi çiftliğinin kapısına kilit vurarak üretimden uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Bu sorun, aslında tüketiciyi mali açıdan çok zorladığı gibi, Türk tarımının bugün yaşadığı çok yönlü ve derin çıkmazlar içerisinde süt sektörü de ayrı bir sorun hâline getirilmiştir.

Ülkemiz bu alanda yapısal değişimleri zamanında gerçekleştirmediği için, üretim artışı bitkisel ve hayvansal alanlarda yeterince katma değer yaratamamış ve gelişmeler süt sığırcılığı lehine evrilmemiştir. Aslında olayın en üzücü tarafı, Türk toplumunun süt dâhil hayvansal besin tüketimi bakımından çağdaş kriterlerin çok gerisinde kalmış olmasıdır. Bebeğiyle, genciyle ve yaşlısıyla Avrupa toplumunun tükettiği süt ürünlerinin üçte biriyle yetinir duruma düşürülmüştür. Hayvancılık, tarımın katma değeri en yüksek üretim dallarının başında gelmekte olup muhakkak öncelik verilmeli, geleneksel ivmeyi aşarak yeni bir dinamizm kazandırılmalı; gerek ekonomik gerekse toplumsal talepler nedeniyle üretken tutulması milli bir zorunluluktur. Sütçülük, hayvancılıkla özdeş bir uğraş olup, etten deriye ve yapağıya kadar uzanan üretimin ve insanlığın maddi temelidir. Bu nedenle adı “sütçülük” olsa bile asıl misyon hayvancılığımızı bütünüyle ele almayı gerektirmektedir.

24 milyon hektar tarım toprağı olan bir ülkeyiz ama hayvanlarımızı otlatacak ve kaba yem ihtiyacını karşılayacak ortamın bir türlü oluşturulamamasının altında baştan sona bir plansızlık yatmaktadır.

Sorunlar; hammadde yetersizliğinin üretimle artırılamayışı, hammadde dengesizliğinin giderilememesi, ürünlerde kalitesizlik, teknoloji seçimindeki zaaflar, sermaye yetersizliği, istihdam olanaklarının kifayetsizliği ve tüketici taleplerinin karşılanamaması gibi başlıklarla uzayıp giderken, hâlâ belli çevreler ithalatla semirtilmeye devam edilmektedir.

Dünyada tarımını korumayan hiçbir ülke olmadığı gibi, sanayi alanında gelişmiş ülkeler dahi tarıma öncelik verip koruma önlemleri alırken, bizde her şey serbest piyasayı elinde bulunduranların inisiyatifine bırakılmaktadır. Onun içindir ki bu ve benzer sorunlardan dolayı ülkemizdeki süt endüstrisinin çoğu tam kapasitede çalışamamakta ve kırsal kesimde üreticiler tarafından kurulan süt kooperatiflerinin yüzde doksan beşi kapanmış durumdadır.

Tüm bu sorunların temelinde süt gibi bir ulusal hammadde yetersizliği yatmaktadır. Onun için; hammadde üretiminin yılın 12 ayına yayılması, hammaddenin kalitesinin artırılması, tesislerde entegrasyona gidilmesi, tüketimin artırılması, ihracatın artırılması, ithalatın kısıtlanarak üreticinin desteklenmesi, süt üreticisine verilen süt ve buzağı desteğinin artırılması, süt üreticilerinin bir defaya mahsus olmak üzere banka borçlarının silinmesi, gençlerin tarımsal üretime teşvik edilmesi ve endüstriyel ekipmanların ülkemizde üretilenlerden karşılanması gibi önlemlerle yeniden planlama yapılmalı; kendi süt ve ürünlerine olan ihtiyacımızın tamamı ülkemizde üretilmeli, bu da milli bir politika hâline getirilerek kırsal insanımızın üretim sesi kesilmemelidir.