Hiçbir üretim, hizmet ve faaliyet karşılıksız olmadığı gibi mal ve hizmet üretimi sırasında ortaya konan ise insan emeğidir.
Fiziksel ve düşünsel olarak gerçekleştirilen katkılar olup, aynı zamanda bir yetenek ve kültürdür.
Aslında emek bir değer üretme eylemi olmakla birlikte yani çalışan insanlar emek bedelinin karşılığını almak için yeterli olandan daha fazla çalıştıklarında kar elde ederler veya artı bir değer yani ürün meydana getirirler.
Emek hem insanın kendi potansiyelini keşfetmesi ve hemde sorumluluk duygusu alması ve yerine getirilmesi gereken sosyal bir olgudur.
Bu husus aynı zamanda kişisel bir gelişme ve olgunlaşmaya katkı sağladığı gibi insanın kendisinide planlamayı ön plana çıkarır.
Bu bağlamda emek göreceli bir kavram olup bugün ülkemizde bu ifade toplumsal olarak karşılık bulmadığı gibi yoğun bir emek sömürüsü tüm hızıyla sürmektedir.
Geleneksel kültürümüz bu kavramı ata sözü ile ifade etme ihtiyacını şöyle "Emek olmadan yemek olmaz" şeklinde beyinlere kazımış ve işin kutsallığınıda ortaya koymuştur.Yani insanlar düzenli çalışmadan istedikleri imkanları hiç bir zaman elde edemezler.
Bu düzlemden bakıldığında dünya genelinde emeğin en yoğun bir şekilde tarımda kullanıldığı bir gerçektir.
Ülkemizde ise daha yoğun bir emek yani fizik gücü ile tarım yapılmakta ancak hiçbir ürün, maliyetinin üstünde kar marjıyla satılmadığı için emek tarlada maliyete yenilmektedir.
Ülkemizde girdi fiyatlarının ortalama düzeyi 0/0 34 civarında olduğu halde tarımla uğraşan üreticiler bu fiyatların altında ezilmekte ve zaman içerisinde bırak üretimi emek sarfetmeyi tarımdan tamamen uzaklaşmakta ve bu gidişatı önlemek için de hiç bir çare aranmamaktadır.
Türkiye tarımında kapitalizm 19.yıldan itibaren gelişmış buna paralel olarakta ucuz iş gücü yaygınlaşarak kitleselleştirilmiştir.
Bu aşamaya gelinceye kadar aileler kendi emekleriyle üretip geçinirken bugün durum tamamen tersine dönmüştür.
Yani aile iş gücü ilk yıllarda Türk tarımında ağırlığını korurken gelinen aşamada, tarımdan kopuşun hızlandığı bir döneme evrildiği bir garip süreç yaşanmaktadır.
Yine kırsal kesim üreticisi geçimlik tarım yaparken pazara yönelik eksende kendisini gösterememektedir.
Ancak tarımda uygulanan neoliberal politikalar riskleri ve belirsizlikleri artırdığı için aile emeği yeniden ciddi bir üretim sıkıntısı yaşanan duruma sürüklenmiştir.
Bunun içindirki tarımda bölgeler arası geçişkenliğe bağlı mevsimlik işçi pazarları dönemi başlamıştır.
Bu durum ise tarımda emek organizasyonlarını eline geçiren yeni bir sömürü düzeninin başlamasına ve mahalli yani emeğin yerel niteliğini yitirerek ve daha geniş kırsal mekanları ilgilendiren bir olay haline gelmiştir.
Yani geleneksel aile iş gücü geçim sıkıntısından dolayı dağılmış ve yerini gelip geçici ve başlarında dayı adı verilen ciddi bir emek sömürüsünün hızla yaygınlaştığı derin bir sosyal çıkmaza sürüklenmiştir.Bir de bunların yanında hasat sonunda çiftçi zarar etmekte ve yeni bir üretim yılına kendisini maddi olarak hazırlayamamaktadır.
İşte neoliberalizmin aile iş gücünü yani emeğini parçalayıp,istediği sömürü düzenini hegomonik bir zemine çekmesinin yarattığı kriz/krizler tarıma çok önemli bir darbe vurmuştur.
Artık emek tarlada kalmış,ürün tarlada çürümüş ve hem üretici hemde tüketici varlık içinde yokluk çeker hale düşmüştür.
Aslında buradaki temel sorun emek verimliliğinin karşılığının alınamaması,sabit fiyatlarla çalışanların kişi başına düşen geliri azalarak krize neden olmuş ve ülkemizde tarımsal yeterlilik azaldığı için dışa bağımlılık artmıştır.
Onun için çalışacak toprak bulma imkanı olmayan bölgelerden yoğun tarımsal üretim yapılan alanlara iş gücü olmadığı için bin bir zorlukla gelen işçiler hayatlarını devam ettirmek için günde 10-14 saat zor şartlarda çalıştırılmaktadırlar.
Bu insanların,sosyal güvence,sağlık ,eğitim ve yeteri düzeyde yasal düzenlemenin olmadığı,sendikal hak ,ulaşım,barınma ve erişim zorlukları altında emekleri iliklerine kadar sömürülmektedir.
Bu sorunları çözecek tek güç devlet olup, acilen yasal alt yapı düzenlenmesine gidilmelidir.Tarlada başlayan ve tüketiciye kadar uzanan emek sömürüsüne son vermek için ,tarımsal üretim şartları pazarlama (İç ve Dış) ve emekçiyi de içine alan yeniden bir yasal düzenlemeyle iyileştirilmek zorundadır.
Yoksa tarla sahipleri, tüketiciler ve benzeri kitleler emek sömürüsüsünün yoğunlaştığı günümüzde, neoliberal çıkmazdan kurtulamazlar ve bu gidişat ülkemizi tarımsal üretimden daha fazla uzaklaştırır.
Üreticinin emeği, ürettiği ürün ve toprak korunmadığı sürece toplumsal gıda sıkıntıları ve fiyatları artar, neticede dışa bağımlılığımız zorunlu hale gelir ki buna ne ülkemizin bütçesi dayanır ve nede insanlarımız sağlıklı beslenebilir.
Bu bağlamda acilen emeğin zarar görmeyeceği ürünlerin tarlada çürümeyeceği, çiftçilerin bankalar ve icra daireleri tarafından esir alınmayacağı ve ülkemiz insanının ne ile beslendiğini bildiği bir tarımsal yapının tesis edilmesi ulusal bir zorunluluktur.
Türk çiftçisi bu eziyetleri çekmeyi ve emeğinin tarlada çürüyüp yok olması gibi durumları hiç hak etmemektedir.
Buradan haraketle, toprakların sonu hazırlanmak istenmiyorsa fiyatlar maliyet analiziyle belirlenerek emek sömürülmemeli ve tarlada yenik düşürülen emek, ülkemiz gündeminden kaldırılmalıdır.
Yoksa birilerinin bizlere daha fazla zaman tanımak istemediği gelinen aşamada net olarak görünmektedir.
Şairin dediği gibi "Sadık bir kara toprak"üzerinde yaşama devam etmek için EMEK öncelikli şartımız olmalıdır
.Zira; Toprak Vatan Derisi, Tarla Onun Ninnisi, Emek Kutsal İncisi, Yok Ondan Değerlisi.
