Nebati yağ furyası esti. Özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda Vita yağı, Sanayağı, Tama yağı ve Rama yağı ile tanıştı sofralarımız.

Ne tanışma ama!

Sofralarımızın baş tacı tereyağımız birden gözden düşünce, yemeklerde Vita, Sana, Tama ve Rama yağı kullanımı önemli oranda artmıştı.

Sadece kahvaltı sofralarımızda değil, öğle ve akşam yemekleri içinde tereyağı yerine sana yağı kullanmak adeta moda olmuştu.

Fırınlarda bile bir dönem peynirli ve kıymalılara alternatif olarak tereyağı yerine, sana yağı koyarlardı. Pilavların mis gibi tereyağ yerine sana yağıyla demlendiğine şahit olmuşluğumuz da vardır.

Sabah kahvaltılarında sana yağında sahanda yumurta yapılırdı, ne yalan söyleyelim, lezzetli de olurdu.

Damağa yapışan değişik bir tadı vardı. O kadar benimsenmişti ki!

Mahallede sokak aralarında top oynarken acıktığımızda koşa koşa bir solukta eve gider, sana yağlı ekmeğin üzerine toz şeker eker yer, tekrar kaldığımız yerden top oynamaya devam ederdik.

Köylerimizde ineği olup da sabah sütünden mis gibi tereyağ ve kaymak üreten kadınlarımız (o dönemki akılla) ne alakası varsa, tereyağını çarşıya pazara getirir, satar. Parasıyla sana yağı, Vita yağı, Rama yağı veya Tama yağı alır, köyüne, evine geri dönerdi.

Trabzon'la özdeşleşmiş mis gibi tereyağımız özellikle 60'lı ve 70'li yıllardaki nebati yağ furyasının bir numaralısına, Sana yağına yenik düşmüştü.

O dönemin anlı şanlı doktorları bile "Tereyağ yemeyin, damar tıkanıklığı yapıyor, kolesterolü arttırıyor. Yemeklerde ve kahvaltılarda daha hafif olanlarını, sanayağını, sonradan sana yağı çok rağbet görünce yerli olanı Tariş'in ürettiği Tama yağını, Vita yağını, Rama yağını kullanmayı tercih edin" diyorlardı.

Ne zamanki Prof. Dr. Canan Karatay TV'lerde "mis gibi tereyağını yiyin, kelle paça çorbasını için" deyince, işler fabrika ayarlarına geri dönmeye başladı.

Bir dönemin çocukları, sonrakinin yetişkinleri olan bizler, o günleri gördük, yaşadık.

Farklı tadlar soframıza girse de, mutluyduk çünkü!

Yediğimizi tüketecek, enerjimizi harcayacak, iç içe geçmiş plastik topun peşine saatlerce koşacak, hiç tükenmeyecek bir enerjimiz vardı.

Trabzon, 60'lı ve 70'li yıllardaki popülaritesini her yönüyle maalesef günümüze kadar taşıyamadı.

Geriye dönüp baktığımızda, hafızalarımıza kazılan damak çatlatan lezzetlerimiz dururken, sanayağını kullanmak ne alaka? dediğimiz günler çok gerilerde kaldı.

Eğrisiyle doğrusuyla bir dönem yaşandı, bitti.

Midemizin dostu, yemeklerimizin kraliçesi bizimle özdeşleşmiş orijinal saf tereyağını bugünlerde çok bulamıyor olsak da değerini bilelim.

Bölgemizin ineğin bakıldığı her ilçesinde ve köylerinde en güzelinden, misler gibi tereyağı yapılır ama en lezzetlisi ve görkemlisi Tonya'da yapılırdı.

Eski zamanlarda çoğunlukla tahta kutu veya fıçılarda, deri içinde, taze lahana yaprakları ya da çimen altında muhafaza edilmeye çalışılan tereyağının havayla temas etmesi, hele ki güneş ışığına maruz kalması lezzeti bozacağından hiç tavsiye edilmezdi.

Fırından yeni çıkmış sıcacık ekmeğin üzerine mis gibi yayık tereyağı sürüldüğü günlere özlemle,

Kalın sağlıcakla...