İnsanların biyolojik hayatlarını devam ettirebilmelerinin temel kaynağı bin yılda oluşan topraktır.

Teknoloji birçok ürün üretmesine karşın bugüne dek toprak üreten bir fabrika insanoğlu tarafından kurulamamıştır.

Bu bağlamda her doğan insanın yaşamını sürdürebilmesi için ortalama 400 metrekare toprağa ihtiyaç vardır.

Nüfusumuzun 2050 yılında 103 milyon olacağı hesaplanmaktadır.

Buna göre 20 milyon insanın 800 bin hektar yeni toprağa ihtiyaç olacaktır.

Halbuki ülkemiz geçmişte dünyada kendi kendine yeterli yedi ülkeden biri iken 28 milyon hektar olan tarım alanımız 22.5 milyon hektara düşmüş ve insan beslenmesinden hayvansal besinlere kadar temel tarımsal besinler açısından yüzde kırk oranında dışa bağımlı duruma gelinmiştir.

Bunun ayrıca devasa bir ekonomik boyutu olduğuda acı bir gerçektir.

Tüm bunlara rağmen tarım topraklarımız genelde betonlaşma olmak üzere diğer sektörler tarafından tarım dışına çıkarılarak bir kıtlığa doğru ülkemiz sürüklenmektedir.

Birde bunun üzerine sıcaklığın bir derece artmasıyla ürün kaybının yüzde on azalacağı doğal faktör ilave edilince durumun daha kötü olacağı gibi bir realite ortaya çıkmaktadır.

Bundan dolayıdır ki dünyada birçok ülke depolarındaki tarımsal ürünleri ihraç etmeme kararı düşünüldüğünde TARIMSAL sefeberlik başlatmadan başka çaremizin kalmadığı ortadadır.

Topraklarımızın hiçbir ayrım (toprak sınıfları açısından) gözetmeden imara açılması, plansız yollar, erezyon, havalanları, petrol ve doğalgaz boru hatları, demir yolları ve kırsal kesimde her eve bir yol yapılması gibi ciddi toprak kayıpları yaratan faaliyetler gittikçe topraklarımızı azaltmakta ve bir daha geri kazanımı olmayacak kayıplar yaratılmaktadır. 

Onun için ülkemizin Master imar planı arkasından çevre düzeni planı ve en sonunda da çok sorun olmadıkça yeni yeni ortaya çıkacak toprak kayıpları bu planla önlenmelidir. Bu anlamda yürürlükte bulunan 5403 sayılı arazi ve toprak koruma kanunu muhakkak yukarıda açıklanan çerçevede yeniden revize edilmelidir.

Hazırlanacak Master plan ve çevre düzeni planıda en az on beş veya yirmi yılda bir olmak üzere çok gerekiyorsa revize edilmelidir. Özellikle bu bir madde olarak toprak kanununda yer almalı ve tarım arazilerinin imara açılması SİT alanlarında olduğu gibi net bir statüye kavuşturulmalıdır. Yoksa istenince yeni alanları imara açarak revize imar planları ve mevzi imar planlarıyla sonuç elde edilmesi olanaksızdır. Bu bağlamda şubat ayında ülkemizde meydana gelen deprem bölgelerinde en fazla tahribatın tarım alanlarının konuta tahsis edildiği zemini yumuşak ve sıvılaşmış topraklarda olduğu açık bir gerçektir. Onun için çok zorunlu olmadıkça ulusal çıkarlar gerektirmiyorsa bu toprakların üretim amaçlı kullanılmasının ve halkımızın karnının doyması yolu her zaman açık tutulmalıdır ki üretim süreklilik kazanabilsin.

Şayet bu hususlar yerine getirilmezse tarım topraklarımız gittikçe azalacak ve yapılan üretimden elde edilen gıda zinciri ülkemizin insanlarının ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır. Bu anlamda yapılacak çevre düzeni ve imar planları ilimizin ve ülkemizin her konda önünü açacaktır.

Ulu önder Atatürk Trabzon’u ziyaretinde burası Orta Asya Türk devletlerinin dünyaya açılış kapısıdır talimatını vererek ilimizin modern bir imar planının yapılmasını istemiştir. Bu isteğinin altındaki temel kriter sağlıklı yaşam, güvenli yatırım, geleceğe bırakılacak yaşanabilir bir şehir ve benzeri hususlara dikkat çekmiştir. Buradan hareketle artık çağımızın gereklerine uygun her türlü planlamayı yapmaya teknoloji ve insan kaynaklarımız oldukça yeterlidir.

Bu anlamda çağdaş bir planlama ile tarım alanlarını korunmuş olacak ve gıda sıkıntısından kurtulmamız için tarımsal seferberlik başlatmak dahada  kolaylaşacaktır. Sonuç olarak insanlarınızın biyolojik hayatlarının devamı için besin destek alanları artacak ve beton yığınları tarım alanlarını işgal edemeyecektir. Yaşanabilir bir ülke için tarım alanları muhakkak korunmalıdır.

YOKSA TOPRAĞIN ÖMRÜ BETONA VERİLİRSE KENDİ ÖMRÜMÜZDEN OLURUZ