Futbol, doğası gereği birçok parametrenin etkisi altında olan bir oyun. Bu nedenle ligin ilk yarısını değerlendirirken yalnızca puan tablosuna bakmak, yaşananları eksik okumak anlamına gelir.
Sezonun başlangıcında, önceki yıllardan elde kalanlara baktığımızda uzun süredir savrulan bir Trabzonspor görüyoruz. 2021-2022 şampiyonluğunun ardından eldeki yaşlı kadroyu, yüksek bonservis ve maaş yükünün altına girerek güçlendirmeye çalışan Trabzonspor; bu tercihlerin tutmamasıyla birlikte faturasını üç sezon kaybıyla ödedi. Ancak bu dönemde en çok can sıkan şey, takımın ligdeki yeri değil; taraftarın fıtratına uymayan, yumuşak, kırılgan ve duygusuz futbol anlayışıydı.
Bu savrulma yalnızca sahayla sınırlı kalmadı. Geçen sezonun sonlarına gelene kadar, büyük maddi kayıplarla birlikte insanlar da harcandı. Sürecin Fatih Tekke göreve gelene dek bu noktaya taşınması tesadüf değildi. Kabul edelim ki; yönetimin Fatih Tekke’yi takımın başına getirme kararı, kulübün içinde bulunduğu tabloya bir dur demenin yanında taraftar beklentisine cevap vererek biraz zaman kazanma hamlesiydi.
Bu süreçte Trabzonspor camiasının aldığı en büyük yara ise, taraftar sosyolojisinin değişmesi ve desteğin büyük oranda kaybolması oldu. Taraftar kendi gerçeklerinden uzaklaştı; üretmek zorunda olduğunu unutup tüketmek isteyen bir refleks geliştirdi. Süreç odaklı bakıştan kopularak tamamen sonuç odaklı bir düşünce hâkim oldu. Başarı yolunda sürçmelerin olabileceği idraki kayboldu. Bu ruh hâli, “Bunlar da bu işi beceremez!” tepkisiyle tribünlerdeki boşluklara yansıdı.
xXx
NORMALLEŞME EVRESİ
Dillendirmekten çekinsek de; Fatih Tekke takımın başına geldiğinde, takım küme düşme tehlikesine girebilecek pozisyondaydı. Ve kaotik bir durum hakimdi. Bu anda birisinin ''Kral Çıplak!'' demesi gerekiyordu. Fatih Tekke de bunu yaptı. Çok enteresandır ki; mevcudun ilanı, taraftar tarafından zaman zaman ''Trabzonspor'un hocası böyle aciz konuşmaz!'' tepkileriyle karşılandı.
Trabzonspor bu aşamada romantik değil, rasyonel olmak zorundaydı. Oyun olarak eleştirildiği, estetikten uzak kaldığı birçok maçta sonuç odaklı bir anlayış benimsendi. Nitekim sezon sonuna kadar oynanan 11 maçta yalnızca 2 mağlubiyet alınarak gemi kıyıya yanaştırıldı. Bu süreç bana, Şampiyonlar Ligi’nde 1-0’lık galibiyetine rağmen oyun üzerinden eleştirilen Juventus Teknik Direktörü Allegri’nin şu sözünü hatırlattı:
“Eğlenmek isteyen sirke gidebilir. Bu aşamada hedefimiz eğlenceli futbol oynamak değil; turu geçmek.”
xXx
KADRO PLANLAMASININ EVRİMİ
Trabzonspor transfer döneminde potansiyeli yüksek, gelecek planlamasına uygun genç oyunculara yöneldi. Bu, uzun vadeli akıl gerektiren; doğru tarama, sabır ve kulüp hafızası isteyen bir planlamaydı. Trabzonspor’un sürdürülebilir başarı yakalayabilmesinin yolunun da tam olarak buradan geçtiğini uzun süredir söylüyoruz.
Ancak bu noktada görmezden gelinemeyecek bir çelişki var. Transfer sezonu boyunca ismi dolaşan oyuncular yüksek profilli, vitrin isimlerdi. Saul Niguez transferi gerçekleşmeyince bir yöneticinin “Öyle bir isim alacağız ki Saul çok pişman olacak” çıkışı da bu beklentiyi beslemişti. Aylar sonra ise bu söylemlerin aksine, yüksek profilli yıldızlar değil; potansiyelli genç oyuncular kadroya katıldı.
Bu tablo bize şunu düşündürüyor: Oyuncu profili değişimi, baştan beri planlanan bir stratejiden ziyade şartların dayattığı bir mecburiyet miydi? Eğer öyleyse, bu durum hâlâ ciddi bir iletişim ve planlama problemine işaret eder.
Umarım bu konuda yanılan ben olurum. Zira endüstrileşen futbolda Trabzonspor’un geleceği, tüketen değil üreten bir futbol aklından geçmektedir. Bu strateji de sabır, tutarlılık ve sağduyu ister. Ve tekrar söylemek gerekir ki; sonuç odaklı refleksler değil, süreç odaklı bir duruş bu kulübü ayağa kaldırabilir.
xXx
SAHADA SERGİLENEN OYUNUN EVRİMİ
Geçen sezonun oyununa baktığımızda, ne oynadığı belli olmayan ve üretmekten uzak bir Trabzonspor vardı. Bunun en önemli sebeplerinden biri orta saha oyuncularının birbirine fazlasıyla yakın profillerden oluşmasıydı. Ya fiilen futbolu bırakmaya yaklaşmış ya da zihnen Trabzonspor’dan kopmuş oyuncularla kurulan bir merkez, oyunun kontrolünü daha baştan rakibe bırakıyordu.
Temassız oynayan, ikili mücadeleden kaçan, birbirinin eksiğini kapatmayan ve çoğu zaman rakibe sadece refakat eden bu grup, tribünde zaman zaman öfke nöbetlerine sebep veriyordu. Sahadaki kopukluk, tribünle bağın tamamen zayıflamasına neden oluyordu.
Oyuncu grubunun değişmesi kadar, teknik heyetin kurduğu atmosfer de bu tabloyu siyah ile beyaz kadar net biçimde değiştirdi. Fatih Tekke ne oynamak istediğinin açıkça belli olması gerektiğini ve oyunda “karanlık alan” bırakmak istemediğini ısrarla söylemişti. Bu yaklaşım, oyuncular için de sahada ne yapmaları gerektiğini bildikleri güvenli bir zemin oluşturdu.
Alınan galibiyet serileri yalnızca oyunu değil, takım olma duygusunu da besledi. Ortak hedef etrafında kazanılan maçlar, oyuncular arasında aidiyet ve güven yarattı. Sahadaki birliktelik, saha dışında arkadaşlığa dönüştü. Çünkü aynı amaç için mücadele eden insanlar arasında bağ kaçınılmazdır. Bu nedenle Trabzonspor’un dar ve kırılgan kadrosuna rağmen oyun olarak ayakta kalabilmesinin en önemli nedeni, oyunun bu duygu tarafını yeniden yakalayabilmesiydi.
xXx
CAMİA BEKLENTİSİNİN EVRİMİ
Trabzonspor ismi, doğası gereği şampiyonluk yarışının doğal adayıdır. Taraftarın önemli bir kısmı da son yıllardaki başarısızlıklara rağmen şampiyonluk dışındaki senaryoları kabullenmek istemiyor. Tribünlerdeki boşlukların sebeplerinden biri de tam olarak budur.
Öte yandan endüstrileşen futbolda kulübün mevcut şartlarının, rakiplerimize nazaran giderek ağırlaştığı ortadadır. Rakiplerimizle aramızdaki gelir farkının açılması ve geçmiş yılların yanlışlarının bedeli, kulübün hareket alanını ciddi şekilde daraltmıştır. Bu gerçeği gören taraftarların bir kısmı için ise sezon başında Avrupa kupalarına katılabilmek dahi başarı olarak görülüyordu.
Trabzonspor’un sezonun ilk yarısında topladığı puanlar beklentilerin üzerine çıkınca, normal olmayan bir şekilde şampiyonluk söylemleri yeniden yükseldi. Oysa yeniden yapılanma sürecinde olan; önemli eksikleri bulunan bir takım için bu beklentiler, gerçekçi değildi. Beşiktaş ve Gençlerbirliği maçları sonrası bu gerçeğin tribünler tarafından da daha net görüldüğünü düşünüyorum.
Gerçekçi olmayan beklentiler, uzun vadeli ve sürdürülebilir planlamanın en büyük düşmanıdır. Taraftarı ayakta tutmak için sloganlara sığınmak kolay. Zor olan gerçeği kabul ettirmek. Fatih Tekke’nin bu dengeyi kurma çabasına, yönetim kanadından güçlü ve tutarlı bir destek verilmezse; bugün alkışlanan süreç, yarın aynı hızla sorgulanmaya başlar.
Kitleler inandıkları projeyi takip eder. Yönetim ve teknik ekip bir ağızdan konuşarak taraftarı çıktıkları bu projeye inandırmak zorundadır. Bunun bir yolu da söylemler ile fillerin birbirleriyle net şekilde örtüşmesidir.
Bu yazı, bir köşe yazısı için fazlasıyla uzun olsa da Trabzonspor’u bütünlüklü okumak adına hâlâ eksik kaldığımız başlıklar var. Bu nedenle konuyu bir seri olarak sürdürmek doğru olabilir.
Buraya kadar sabırla okuyan tüm okurları saygıyla selamlıyorum.