Ayaklarında naylon terlikleri, basma eteklerinin altına giydikleri ve ayak bileklerine kadar gelen pijama pantolonları, 

Saçlarını yarı açıkta bırakıp başlarının üzerine düğüm yaptıkları yemenileriyle, 

Sıcak havalarda güneşin altında saatlerce dolaşmış ve alınlarından ter damlacıkları görünen, kare şeklindeki o kocaman bohçalarını sırtında taşıyan, genelde neşeli ve çığırtkan kadınlardı. 

Evlere girer girmez evin hanımı bilumum komşularını çağırır ve o kocaman bohça açılırdı. 

Renk renk işlemeli masa örtüleri, kumaş peçeteler ve hatta yatak ve divan örtüleri neşe saçarlardı. 

Bunları almak için, çoğu zaman evdeki eski ama kullanılabilir durumda olan eşyalarınızı vermeniz yeterli olurdu.

Genellikle pazarkapı Mahallesi  moloz caddesinde, şimdiki trafik müdürlüğü ile komşu olan,

Sahildeki ferdi ongan'a ait işhanının önünde çok erken saatlerde sabah beş gibi toplanırlar bohçalarını sırtlarına vurarak mahallelere dağılırlardı. 

İlçelere gidecek olanlarda kamyonetlerin arkasına yükleriyle binerler ilçe ilçe dolaşırlardı.

Herkesin bir mahallesi ve 
o mahallede tanıdıkları müşterileri vardı.

Her eve istisnasız girer ve bir şey satmadan çıkmazlardı.

Müşterileriylede senet sepet imzalamazlar, sadece ağızdan çıkan söze güvenirlerdi.

Piyasadan maliyetine bile alamayacağınız ürünleri size çok ucuza vereceklerini söylerler, üstelik de, 
örneğin bir çarşaf almışsanız yanında iki yastık kılıfıda bedava verirlerdi.

Hemen hemen her gittikleri evlerdeki insanları ismen tanısalarda , samimi olduklarını gösterebilmek için, çoğunlukla ağbim ablam hitabını daha çok severlerdi.

En tanınanlardan biriside bohçacı emine abla ve ekibiydi. 
Genellikle üç kişi çalışırlardı.

O yıllar Trabzon'da bine yakın çingene vardı.

Bohçacı emine abla çingene değildi, ordu'luydu, ama Trabzon'da tanımadığı toptancı esnaf yok gibiydi.

Toptancı esnafı ona mal verirken senet sepet imzalatmazdı, ne lazımsa verirdi. 

Akşama kadar sattığı malların paralarını biriktirir,
bir dahaki sefer tekrar malzeme almaya gittiğinde borcunu kuruşu kuruşuna malzeme aldığı toptancıya verirdi.

Bohçacı emine abla, pazarkapıdaki hasbi palas otelinde kalırdı.

Üç aylığına, mevsimlik geldiği Trabzon'da işi bittimi memleketi orduya dönmez, doğu illerine, Kars'a Van'a Ardahan'a ve bu illerin en ücra köylerine kadar giderdi.

Eşini çok genç yaşta kaybeden emine abla, çocuklarına bakabilmek, onları iyi yetiştirebilmek için binlerce on binlerce kapı çalmıştır, bohçacılık yaparak alın teriyle para kazanmaya çalışmıştır.

90'lı yılların başında vefat eden emine abla,
bu dünyadan sessiz sedasız göçüp giderken, bir meslekde yavaş yavaş sona ermek üzeredir.

Bohçacıların yerini, şimdilerde internet alışveriş siteleri almış olsalarda, eskisi gibi çok aktif değilselerde, hala daha mesleği icra eden bohçacılar var.

İnternet sitelerini, şimdilerde evde otururken bir tuşa basınca, kapınıza kadar gelen bohçacılara benzetmem tuhafınıza gitmesin.

Onlarıda çağımızın bohçacıları diye tabir etmek çok yanlış olmaz sanırım.

Özellikle pazarkapı mahallesiyle ilgili, alakalı bir yazı yazdığımda içim burkulur, gözlerim dolar.

Pazarkapı mahallesi, 
her ne ararsanız, aradığınız her şeyi bulabileceğiniz İstanbul'un eminönü'sü gibidir.

Bende pazarkapılıyım, 
bu mahallede doğdum, bu mahallede büyüdüm. 

Rahmetli babam Temel Kandaz bu mahallede 20 yıl muhtarlık yaptı.

Anlattığım, yazılarımla kaleme aldığım, yaşanmış hikayelerin çoğunu birebir yaşadığım ve o güzel insanları birebir tanıdığım için çok şanslıyım.

Kalın sağlıcakla...