“Şu gurbet ellerinde zaman geçer mi acep

Bizi perişan etti kaybana kalasıca

Ben denizde bir gemi, dalgalar vurur beni

Ben ağaçta bir yaprak, rüzgâr savurur beni

Yollar uzun bitmeyi, burada zaman geçmeyi

Nasıl da hatırladın kapıdaki çeşmeyi

Ben denizde bir gemi, dalgalar vurur beni

Ben ağaçta bir yaprak, rüzgâr savurur beni

Dert sardı dört yanımı, hasret yaktı bağrımı

Gurbet bana arattı dumanlı dağlarımı

Ben denizde bir gemi, dalgalar vurur beni

Ben ağaçta bir yaprak, rüzgâr savurur beni”

Yağmurlarla ıslanan bu topraklarda doğup büyüyen folk sanatçısı İlknur Yakupoğlu geçmiş yıllarda yazdığı bu şarkıyla ne güzel dokunmuştu hiç kurumayan yüreklerimize.  Kendisine  Tonyalı Joan Baez, desek yeridir. Kadın sanatçının az yetiştiği bu diyarda kendi imkânlarıyla  öğrendi kemençe ve bağlama çalmayı.  Müziğin ışığıyla hayata bağlanıp yeniden renklendirdi yaşadığı coğrafyayı. Umutları, hayalleri, yaşanmışlıkları kemençenin sesinde çoğaldı. Onu dinledikçe  ruhumuzda yaşamın coşkusu bir senfoniye dönüştü.

Çocukluğunda Kışna ninesinden Tonya’nın yaylalarında ilk müzik derslerini aldı. Kışna ninesinin dilinden dinlediği ağıtlarla büyüdü. Yaşadığı coğrafyanın coşkusunu duyduğu kadar hüznünü de hissetti. Yaşamın ritmini bazen coşkuda bazen hüzünde yakaladı. Düz bir çizgide yürüyemeyeceğini öğrendi. Karadeniz’de bir kadının varoluşunu, hayata bağlılığını  ve gücünü duymak isteyenler onun sesine kulak vermeli mutlaka.

Bu sesi duymak için karlı bir kış günü Tonya’daki köyüne gittim. Doğduğu ve kendini var ettiği topraklarda dinledim onu.  Çayımızı yudumlarken başladı anlatmaya İlknur Yakupoğlu:

“Çocukluğumdan beri besteler yapıyorum. Şiirler yazıyorum. İlk bestemi kardeşimin beşiğini sallarken yaptım. Tonya’da on üç  çocuklu bir ailenin kızıydım. Tarlada, yaylada annemle  hayatın yükünü paylaştım. İş bölümü yaptığımızda, ben ninemle yaylada kalırdım. Kışna ninemle yayla yaşamının zorluklarını öğrendim. Deli gibi çalışan ninemin hayatı mücadeleyle geçti. Kadın bedeniyle birçok erkeğin zor yapacağı işlerin üstesinden geldi.  Ben toprakla kadını özdeşleştiririm. Yeşili güzel olan bu zor coğrafyada yetiştim, hayatı öğrendim. Yaşamın değerini iyi biliyorum. Gurbetçiliğin çok fazla olduğu bu topraklarda hiçbir zaman hayatın hâkimi erkek olmadı. Her şeyi kadın yoğurdu ve güzelleştirdi. Sırtımızda yüklerle köyden yaylalara çıkarken saatlerce yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Nenem Kışna keyvanlık yaparken, ineği sağarken, çayırı biçerken  çok güzel ağıtlar yakar, türküler söylerdi. Yüreğindeki acılarla söylediği bu gaydelerin yaptığım müziğe çok etkisi oldu. Ve yıllar sonra bir şarkıyla anlattım nenemi:

Çok keyvanluklar ettuk, yaylalarda nenemlan.

 Okşardi saçlarımi nasirli ellerinlan.

Gençluk zamanlarini anlatırdı, ağlardı.

Yumruk gibi yaşini yaşmağuna silerdi.

Dünyanın gidişine bir anlam veremezdi.

Biraz durur düşünür.

Biz çok tez doğduk, derdi.

Kadın hayatın kendisidir. Hayatı yoğuran, dönüştüren ona kendinden bir şeyler katandır. Müzik de benim için hayatı dönüştürmenin bir yolu oldu. Bir kadının meydanlara çıkıp şarkı söylemesi ayıplanabilirdi lakin cenazelerde ağlama gaydeleri olurdu hep.

 Gardaş gardaş Abulan gurban olsun,

Gezdiğun dağlara içtuğun sulara gardaş.

Yazdığım bütün türkülerde yaşadığım bu ritüellerden yola çıktım. Kadınların yaktıkları ağıtlar türkülerimin kaynağı oldu hep.”

Bir ara verdik. Yaptı bize bol tereyağlı kuymagi ki lezzetine doyum olmaz! Sonra devam etti hikâyesini anlatmaya.

“İnsanları ve acılarını yazıyorum. Her şarkımda bir dokunuş ve yaşanmış bir acı vardır. Kadınlarımızın kaybettiklerine olan özlemini dile getirerek paydaş oluyorum onlara.

Gördüm rüyalarımda avcılar vurdu beni.

Oy rüyamı anlatırken aldım haberlerini. 

Oy Dertlerim  oy dertlerim bitmez benim  dertlerim.

Derdimi anlatmaya dönmez benim dillerim. 

Türkü söylemek sadece eğlenmek değildir. Yaşananları aktarmak ve belgelemektir. Bir yayla dönüşünde rastladığım, yüzünde acının izlerini taşıyan Hava Ana’ya dedim ki, bir türkü söyler misin? Dedi ki kızım ben acılı kadınım acıdan geldim. Ben söyleyemem, diyemem ama ben sana diyim de sen söyle.

Dedi ki,

Yarim yolladı bana uzun boylu bir kağıt / Baktım onu dipten başa nasihat. Anladım ki Hava Ana iki mısranın içine koca bir felsefe sığdırmış. Beni büyüleyen bu felsefe oldu. Yaşanmışlıklara  kıskançlık duydum, onlar gibi yapabilir, onlar gibi anlatabilir miyim? Hep bunu yapabilmeyi istedim. Manilerle türkülerle kadınların hislerine tercüman olmak çok önemli benim için, onları anlatmaya çalışıyorum daima. Abim Muhammed Yakupoğlu çok usta bir kemençeciydi. Bu acıları yazıyorsun, kemençeyi de çalmalısın, dediğinde, vurdum kemençenin teline yazdığım gaydeleri. Öğrendiğim her yeni bilgi karşısında aslında öğrenecek ne çok şey olduğunu fark ettim.  

Gelenek dediğimiz bir şey var.  Bu gelenek Sözlü edebiyat sayesinde yaşamış.  Bu sözlü edebiyatın kaideleri yüzyıllar içinde oluşmuş ve kuşaktan kuşağa aktarılmış. Biz bu sözlü edebiyatın içine doğuyoruz. Doğduğumuz andan itibaren annelerimiz, ninelerimiz bu sözlü edebiyatı  ninniler, masallar, türküler, ağıtlar ve manilerle bize aktarıyorlar. Biz farkında olmadan sözün tadını daha çocukluğumuzda alıyoruz.

Karadeniz coğrafyasında kadının işi zordur. Ona tanınan alanın dışına çıktığında hemen itirazlarla karşılaşır. Kızlarına onlara tanınan alanın dışına çıkabilme cesaretini ancak anneler verebilir.Annem mesela bize hep şöyle, derdi. Okuyun!  Annemin bazı arkadaşları kızlarına hep çeyiz hazırlarlar, 18 yaşına geldi, evlensin gitsin, yuvasını kursun, diye. Ama annem bize her zaman okuyun, kendi hayatınızı kurun kimseye minnet etmeyin, derdi.  Hep böyle yönlendirdi bizi. Çok güçlü bir kadındı. Karadeniz kadını bu yüzden benim için özeldir. Taşın altına elini koymaktan korkmaz.  Her zorluğun üstesinden gelmenin bir yolunu bulur, kimseye minnet etmez. Ninemin, annemin gücü ve direnci bize de sirayet etti. Hep dik durmaya çalışıyoruz.”

İşte İlknur Yakupoğlu o karlı kış gününde bunları anlattı bana.  Karadeniz’in dalgasını, Tonya’nın yaylasını, rüzgârını,  bu coğrafyanın insanının isyanıyla, sevdasıyla birleştirip notalarıyla 

yüreklere akıttı, akıtıyor ve akıtmaya da devam edecek.

“Ben denizde bir gemi, dаlgаlаr vurur beni,

Ben аğаçtа bir yаprаk, rüzgâr sаvurur beni.” dediğinde, birbirlerini tanımasalar bile, dinleyenlerin aniden toplu koraya dönüştüğü,  herkesin sözlerine keyifle eşlik ettiği usta bir sanatçı, o.

‘Sanki dünyanın yükü benim omuzlarımda.

Volta atıp duruyi beyazlar saçlarımda.” dediğinde ise insanı dünden alıp yarınlara taşıyan, düşündüren, hüzünlendiren, yüreği, sözü güzel bu kadın bizi uğurlarken attı bize son gaydesini.

“Evvelden sevdalıyız

Trabzonspor sana

Ne destanlar yaşattın

Sen binlerce insana

Trabzon meydanında

Horonlar kurulacak

Şampiyonluk türküsü

Hep dillerde olacak”