Uzun zamandan beri, özellikle de yerel medyanın göz bebeği haline gelen Ayasofya Kilisesi, gerek kentsel dönüşüm gerekse müze olma özellikleri ile gündemden düşmüyor. Malum Türk Mahkemelerinin bir geleneği olan uzun yargı süreçlerinin kurbanı haline gelen 50 yıllık Ayasofya Müzesi, arafta kalmış ve can çekişmektedir. Yaşayan tarih dediğimiz hadise karşımıza çıkmış ve Ayasofya’nın gözyaşları, dilek havuzunu çoktan doldurmuştur.

 Tarihe sahip çıkmak adına eski kilisenin camiye çevriliyor olması gibi bir savunma komedisi içinde olan hükümet sözcüleri, sözde korudukları tarihi ve dinler arası kardeşliği ezip geçiyorlar. Vakıflar Bölge Müdürü geçtiğimiz günlerde TRT HABER Televizyonu’na verdiği röportajda öyle açıklamalarda bulundu ki, biraz cahil olsak kendimize dönüp diyeceğiz ki “ben ne büyük bir turizm katiliyim Allah’ta benim belamı versin.”

Diyor ki sayın müdürüm, Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethetmesi sonucu egemenliğin bir göstergesi olarak Ayasofya Kilisesi’ni camiye çevirmiş ve çan kulesinden ilk ezanı vermiştir. İkinci beyanında da şunu savunuyor, ibadet yapısından müze ya da başka bir şey olmaz, burası bir ibadethanedir ibadethane olarak kalmalı, tüm yapılar kendi görevini yapmalıdır.

Çelişkinin kralı derler buna sayın müdür! O zaman bırakın da çan kulesi de çanını çalsın kendi görevini yapsın. İbadethaneyi AVM yapın demiyoruz ki, evet doğrudur orası bir ibadethane yapısıdır ve öyle kalmalıdır da, e bırakın o zaman kilise olarak kalsın. Neden dar bakıyoruz ki? Camiler ibadethane yapısı da, kiliseler eğlence yapısı mı? Fatih’in Trabzon’u aldığı dönemde egemenlik sağlaması adına yapılacak en güzel stratejilerden biriydi bu. Yani bir kiliseyi camiye çevirmek doğru bir hamleydi ama şimdi, ne savaş var ne kuşatma. Ne atlı koşturuyor, ne de okçu birliğimiz var.

“Tarihi rahat bırakın lütfen! Çünkü tarih yaşayan ve canı acıyabilecek kadar naif bir iklimdir. Ona gösterilen saygı, bir bayram sabahı eli öpülen anneye gösterilen saygı kadar kutsaldır.”

Müze içerisinde hali hazırda bulunan onlarca fresk ne olacak diye soruyor TRT’nin muhabiri, gelen cevap ne biliyor musunuz?

-Fresklerin üzerini, sıvayla kapatacağız.

Güneş balçıkla sıvanmaz ey müdüriyet! Sen kalk koca tarihi sıvayla kapatmaya çalış sonra da de ki; geri kalan yerler bir perde ile örtülecek. Özrün kabahatinden beter be! Kumla çakılla bir tarihi perdeleyen nesilden hangi faydayı bekleyebilirim söyler misiniz?

Halen anlamadıysanız, olaya bir de şuradan bakalım, hani empati kuralım biraz. empati. Çok uzakta değil, hemen yine Karadeniz’e kıyısı bulunan Gürcistan’ın Batum kentinde bulunan o minik “Orta Camiine” gidelim. Şimdi Batum yönetimi çıksa dese ki, biz Orta Cami’yi kapattık kilise yapıyoruz. Bu karara ülkemizde ilk Trabzon’un karşı çıkacağından adım gibi eminim. Siz de öylesinizdir değil mi? Peki şimdi biz neden başkalarının ibadethanesini kendi ibadethanemize çevirmeye uğraşıp, dinler ve milletler arası egemenlik kurma çabasındayız?  

Bunun adı egemenlik kurmak değil, bunun adı olsa olsa zorla hâkimiyet kurmaktır, zorbalıktır tarihi yok etmektir. Fatih Sultan Mehmet Han döneminin getirisi, ön görüsü o dönemin gereklerinden biriydi ve yerinde bir ataktı, ancak şuanda yapılan değişim, tarihe açılan derin bir yaradır ve tarih, onu yok etmeye çalışanları asla affetmeyecektir.

Öyle bir dünya hayal ediyorum ki, tarihin bize armağan ettiği tüm yapıların, insanlığa geçmişte ne amaçla hizmet etmişse, yine o amaçla bugüne hizmet ettiği butik bir zaman dilimi var olsun ve o hiç kirlenmesin.  Bu şekilde egemenlik kurma kararları alacağımıza, var olan camilerimize destek olsak ve yeni araziler keşfedip o arazilere en güzel camileri inşa etsek, yarışmalar düzenlesek mesela olmaz mı?

Avrupa bizi, onların ibadethaneleri üzerinde egemenlik kurmamızla değil, camilerimizin modern ve ilgi çeken mimarisiyle tanısınlar isterdim ama ne yazık ki, yine halk ve tarih bazıları için “perde arkasında ve sıva altında” bırakıldı.