Sabah kalkınca ilk işimiz yanan sobanın arkasındaki yerimizi almak ve çizgili pijamalarımızla kahvaltı masasına oturmaktı.
Hele o borusu sıcaktan kıpkırmızı, portakal rengi gibi olmuş sobanın maşasının üstünde, üzerine koyup kızarttığımız ekmeklerin(genelde de unutulur ve yanardı) üzerine mis gibi yayık tereyağını sürerek yemek var ya tarif edilmezcesine inanılmaz lezzetliydi,
Biz külhanbeyi vari hiç dolaşmadık.
Bizim külhanbeyliğimizde, anamızın bir terliğine bakardı.
Anında fabrika ayarlarımıza geri dönerdik.
+++
Gerektiği yerde Anamızdan da Babamızdan da dayak yedik,
Aramızda, anasından ve babasından ara sıra dayak yiyip de bu gün psikopat olan varmının cevabı genelde yokkkkkkkktur...
Hijyen kelimesi ile 30'lı yaşlarda tanıştık.
İnanması zor gelebilir ama inanın, boklu dere diye tabir edilen derenin kenarında, elimize verdikleri üzerine tereyağ sürülüp toz şeker ekilen ekmeklerle büyüdük.
Çok şükür;
Hiç hastalanmadık.
Antibiyotik kullanmadık.
İnsülün kullanmadık,
Diyet yapmadık.
Kan şekerimiz düşmedi.
Hiç tansiyon hapı kullanmadık.
Şimdinin mide koruyucularını bile kullanmadık.
Kolesterolün iyisini ve kötüsünü bile bilmezdik.
Her içtiğimiz su bardağını mutfak tezgahına korkusuzca dizen var mı aramızda.
Bu senin bardağın bu benim bardağım diye bir şey bilmezdik.
Musluklara ağzımızı dayayıp kana kana sulardan içtik.
Hiç tifo veyahut verem olmadık.
Divanın altındaki çamaşır sepetleri giysilerimiz için yeterdi.
Dolap dolap kıyafetimiz de yoktu.
Sokak sokak gezerdik. Boş arsalarda ateş yakar, içine patates atardık.
+++
Denize giderdik, mayo şort veyahut deniz kıyafetimiz olmadı.
Beyaz donlarımızla girer, çıktıkdan sonra kurutmak için parçalanarcasına kayalara vurup kurutmaya çalışırdık. Kuruduğunu sandığımız ıslak donlarımızı giyerek eve gittiğimizde, yine denizemi gittiniz diye dayağı da yerdik.
Çocuk aklıyla o zamanın
Şartlarıyla ve o yaşlarda mahalleden üç beş kişi toplanarak denize gitmelerimizi, bu zamane çocuklarına anlatsak, şaka yapıyorsunuz kafa yapıyorsunuz derler inanmazlar.
+++
Özgüvenleri çok güçlü Mutlu çocuklardık biz.
Küçük limanda
Büyük limanda
Faroz’da
Ganita’da
Moloz’da
Yeni Mahallede
Uzunkum’da
Hacıbeşir’de
Kurbağalama, sırtüstü, kulaçlama ve köpeklerin yüzdüğü gibi, çırpınarak, çılgınlar gibi yüzdük.
Hiç üşütmedik, hastalanmadık.
+++
Deniz kıyısından topladığımız hurdaları, hurdacı Seyfullaha satar, elimizdeki üç kuruşla mahalle bakkalımız Niyazi amcanın dükkanına koşardık.
Rahmetli Niyazi amca üç kuruşumuza beş kuruşluk sarı kurabiye ve keçi boynuzu verirdi.
Biz mutlu çocuklardık.
Mutlu doğduk, inanılmaz güzellikler içinde mutlu büyüdük.
Denizden midye çıkartıp paslı tenekeler üzerinde pişirir yerdik lezzeti damaklarımızı çatlatırdı.
Okul hayatımız boyunca hiç servislere dolmuşlara binmedik. Okullarımıza hep birlikte günde altı yedi kilometre, sohbet ede ede yürüyerek gittik geldik. Hiç dizlerimiz ağarmadı, menüsküsüz yırtılmadı.
İstediğimiz arkadaşımıza ders çalışmaya gidiyoruz derdik giderdik.
Kendimize özgüvenimiz tamdı.
İzin almamız gereksizdi.
+++
Okullarımızda, andımızı ve istiklal marşımızı hissederek, bütün içtenliğimizle okuyan, Milli bayramlarımızı karnaval havasında, şiirler şarkılar okuyarak doyasıya kutlayan, mutlu ve özgür çocuklardık biz.
Korkusuzduk, kimse bize yan gözle bakmazdı. Mahallenin abileri, abi gibiydiler, hem korur, hem kollar, hem de harçlık verirdiler.
Bazılarımız sınıfta kalırdı.
Hiç birimizin ailesi apar topar bizleri doktora götürüp, sınıfta kalmamak için, uyduruk kaydırık doktor raporları aldırmazlardı.
+++
Şansını sına yapardık, mahalledeki abilere bizleri sevindirmek için dostlar alışverişte görsün misali alışverişlerini yapar, bizleri sevindirmek için ödemelerini fazla fazla yaparlardı.
En büyük ikramiyemiz, kareli plastik top veyahut sargılı çikolataydı.
Mutlu çocuklardık biz.
Plastik topları iki tane alır, birisini keser, diğerini içerisine koyardık.
Top oynardık delicesine saatlerce
Beşte haftayım, onda biter, hey gidi günler heyyy.
Her yerimiz yara olurdu, dişlerimiz kırık, ellerimiz çamurluydu.
Çamurlu ellerimizle yağlı ve şekerli, ya da salçalı ekmek yerdik.
Bazen de domates, üstümüze fışkırta fışkırta.
+++
Pazar sabahları, kıymalı, peynirli faslından sonra TV7de kovboy filmleri izler ve o gün Trabzonspor’un maçı varsa doğru Avni Aker’e.
Avni Aker,
Bilet kuyrukları, karaborsacılar, köfteciler, sucukcular, şehirin dört bir yanından gelen insanlarla birlikte, tam bir panayır yeri gibiydi.
Paramız yoksa, en büyük taktiğimiz, abi bende yanında gelebilir miyim di.
Hiç unutmuyorum bir gün bende gelebilir miyim dediğim abiyi almadılar beni aldılar.
Adamcağız dışarda kaldı, ama hiç de kızmadı en azından benim girdiğime sevinmişti.
Böylesine mutlu çocuklardık biz.
Hey gidi günler hey.
+++
Teksas Tom Mikslerimiz, Zagorlarımız, Mandrakelerimiz, Kızılmaskelerimiz
Cep foto romanlarımızı
Annemiz, Babamız görmesin diye, giyecek sepetlerimizin ve ders kitaplarımızın aralarında saklardık.
Dünya öyle büyüktü ki bizim için, dolaş dolaş bitiremezdik.
Sek sek oynardık,
Misket oynardık,
Artist oynardık,
Uzun eşşek oynardık,
Tıp oynardık,
Gazoz kapağı biriktirirdik,
Kuş lastiklerimiz vardı, Lüküsümüzle, ağımızla, belimize bağladığımız peştemallerimizle, bıldırcına çıkardık.
O kadar çoktular ki, bir seferde yetmiş tane seksen tane topladığımız zaman bugünde az bıldırcın düşmüş derdik.
Daha neler neler hey gidi günler hey.
+++
Şimdiki çocuklar gibi, Cep telefonlarımız, marka ayakkabılarımız, rengarenk oyuncaklarımız ve bilgisayarlarımız yoktu.
Yoktu ama, Onlardan çok daha şanslı,
Mutlu çocuklardık biz.
Mahalle bakkalımıza amca diye hitap eder, bakkalımızı dünyanın en zengin insanı zannederdik.
Özgür büyüdük, gezme dolaşma, sınırsız oyun oynama özgürlüğümüz vardı. Başımız dik, göğsümüzü gere gere hür doğduk hür yaşadık.
En büyük baskımız, Annelerimizin kaşının gözünün oynaması ve plastik terliğinin tersiydi.
Savaş nedir, insanlar kaça ayrılır bilmezdik.
Mahallenin hayvanları hep arkadaşımızdı.
Kediler ve özellikle karabaş köpekler bizim en çok haşır neşir olduklarımızdı.
Fazla bir şeyimiz yok gibi görünse de, günümüze kıyaslarsak, aslında çok şeylerimiz vardı.
Biz öyle mutlu ve huzurlu çocuklardık ki,
Bir sonraki günü yaşamak hayaliyle yer yatağında üç kişi birden tek yastıkta yatma zamanı gelince, yorgan altında kıkırdamalarla başlayan gürültümüzü, Annemizin bizi, şiiiiişşt babanız uyuyor duymasın kalkarsa karışmam, uyarı ikazlarıyla susturup uyutmaya çalışması, ah nerede o güzelim günleri tekrar yaşayabilsek dercesine, anılarımız, unutamadığımız hatıralarımızdı.
+++
MUTLU ÇOCUKLARDIK BİZ.
80 öncesi eski jenarasyon, mutlaka kendinden ve yaşanmışlıklarından bir şeyler bulabileceğinizi ve hüzünlenerek okuyacağınızı, tahmin ettiğim yazımı burada sonlandırırken.
Göz kapaklarınızdan aşaağı doğru süzülen o yaş damlalarını, gizlemeye çalışmayınız lütfen, o damlalar bizim içimizde kalan hatıralarımızda yaşattığımız elveda dediğimiz, çocukluğumuzun gözyaşlarıdır aslında.
Selamlar olsun,
Mutlu ve sevgi dolu, çocukluk yıllarımızı Bizlere, doya doya yaşatan mahalle,
Arkadaşlarımıza, Dostlarımıza, komşularımıza, Allah'tan Rahmetler diliyorum, Yaşanmış hikayelerimizin kahramanları olan ebediyete intikal eden tüm büyüklerimize.
(Fotoğraflar yazarımız Hasan Kandaz’ın çocukluk fotoğraflarıdır)