Büyük acı var yüreğimizde ve öyle büyük bir acı ki…
Kelimelerin gücü yetmiyor duygularımızı anlatmaya.
1 değil, 1000 değil, 10 bin değil, 100 binlere yakın can.

100 binlerce bina…

Ve yok olan sayısız yuva…

10 ilin, 13 milyon nüfusun etkilendiği 84 milyonu paramparça eden DEPREM.
Ölenlere Allah'tan rahmet geride kalanlara, sevenlerine ve  Türk Milleti'ne başsağlığı dilerim. 

Hepimizin aklında aynı soru var.

Ders alacak mıyız?

Hep birlikte cevap verelim: HAYIRRRRRRRRR…

O bölgede olmasa da fay hattı üzerindeki diğer şehirlerimizde 10 – 20, nadir de olsa 30 katlı binaların inşaatları durmadan devam ediyor mu?

Hep birlikte cevap verelim EVETTTTTT.

Özet bu, biz TV ekranlarında 'Bakın bakalım ölü var mı, yıkık bina bulun arayın, arama yaparken ağlayın' şovlarını izlerken, hastaneler önünde hasta değil ceset kuyruğu vardı…

e1-1

AFAD ile AHBAP yarıştırılırken, 

Yakınlarını poşete sarıp gömen,

Ya sırtında, ya da motosikletiyle cenazesini arkasında taşıyan depremzedelerin gözyaşları vardı…

Bazı tiksindirici siyasetçilerin şovlarına maruz kaldık.

Bu kişiler, Stand-up’cı gibi deprem bölesinde YALAN’larla toplumu germeye çalıştılar…

Dedikleri birçok şey yalan çıktı, utanmadan, edepsizce ekranları meşgul etmeye devam ettiler. Bir özür bile dilemediler…

Çünkü kaostan beslenen, o kadar vurdumduymaz bir kitle var ki, yapan da yaptığı ahlaksızlığı marifet biliyor.

Bu tür olağanüstü afetlerde devlet ile iş birliği yapmak zorundasınız.

Yoksa 'Ooo çok para geldi bize daha göndermeyin' diye ekranlarda saçmalamak zorunda kalırsınız.

‘Sanal bir şişkinlik, büyük bir kalitesizlik var’ diyordum bu sosyal-dijital medya ekranlarında.

Ve depremde bu şişkinliğin nasıl bir bir patladığını hep birlikte gördük.

Eleştirilecek veya taktir edilecek o kadar çok şey var ki;

Ama şimdi zamanı değil.

100 binlerce insanımız seferber olmuş, 100 binlerce gönüllü veya devlet görevlisi orada mücadele veriyor. 

Devlet millet işbirliğini baltalamak isteyen şovmenlerin ne yeri ve zamanıdır şimdi. 

Herkes işini yapacak, işini…

Sanatçı sanatçılığını,

İş adamı iş adamlığını,

Siyasetçi siyasetini,

Devlet adamı devlet adamlığını yapacak,

AFAD ve Kızılay yardım - kurtarma koordinasyonunu…

Sanatçı, siyasetçi, iş adamı olsun fark etmez. 

AFAD veya Kızılay'ın işini onların koordinesi dışında koordinasyon merkezlerinin talepleri başka kim yaparsa, ne dağıtılan yemeğin tuzu olur, ne gelen çadırın bacası olur… Organize olmayı kimin ne görevi olduğunu iyi anlamalıyız.
Devlet organları içinde bu geçerli. 

Yoksa mağduriyeti daha da arttırırız.

Kazanan çadırı satan, sobayı satan olur.

Sosyal medyada görüyorsunuz.

Yardım malzemelerinin alımlarının nasıl gerçekleştiğini, iyi niyetli insanların nasıl suistimal edildiğini biliyor musunuz?

Aynı çadırı bir dernek 15 bine, bir dernek 7 bine, bir vakıf 20 bine alıyoruz diyor…

Neden, çünkü koordinesizlikten, Allah korkusu olmayan bazı kalpsizler yararlanmaya çalışıyor. Ve bunun adına da ticaret diyorlar…

xXx

Kefen pazarlığı...

Deprem olduğu saatten beri bizlerde ne yapabiliriz ne gönderebiliriz işin ucundan nasıl tutarızın derdine düşmüşüz.

Devletimize, milletimize nasıl yardımcı olabiliriz diye parçalanıyoruz.

Her ihtiyaca cevap vermek adına çevremizi seferber etmeye çalışıyoruz.

Depremin 3. günüydü...

Bölgeye giden arkadaşlarımız aradı 'Kefen ihtiyacı varmış temin edebilirmisiniz' dedi.

Hemen telefona sarıldık. Aramaya koyulduk, birkaç kişiyle görüştükten sonra satıcıyı bulduk.

Erkek kefeni 8 metre, kadın kefeni 10 metre olarak takım halinde satılıyormuş.

Satıcı “Kadın kefeni 800 TL, Erkek kefeni 700 TL civarındadır” derken hemen ihtiyacı giderelim heyecanıyla tamam “toplam 500 takım kefen alacağız” dedim.

Yaklaşık 375 bin TL tutuyor…

Satıcı Müslüman adam çıktı ki “Abi biz de destek sağlarız ama kefen kumaşı olarak da satılıyor. Metre olarak bölgeye göndersek bu tutar yarı fiyatına düşer 500 kefen 150 bin TL civarına gelir. Mantıklı olan aslında budur” dedi…

Haydaa…..

diyanetten-kefen-yok-iddialarina-yalanlama-HUMt

Bu fiyatlarda netleşip telefonu kapattık.

Adeti netleştirmek için arkadaşımızı aradık, “Abi belediyeler, valilikler ve AFAD gerekli ihtiyacı karşılamış Allah razı olsun şimdilik bu ihtiyaç hasıl değil, diğer ihtiyaçlara yoğunlaşalım” dedi.

İyi niyetli yardımsever ile iyi niyetli satıcı karşılaşınca durum bu oldu.

Kefenin fiyatı pazarlığı bu şekilde ise varın diğerlerini siz düşünün…

İnşallah millet olarak yaptığımız yardımları yönetenler israf etmeden milletin parasını yönetirler.

xXx

Gelelim DEPREM gerçeğine...

Deprem gerçeğini gerçekten anlamış olsak, gerçekten kavramış olsak bugün ne İstanbul'da, ne İzmir'de, ne Manisa'da, ne Aydın'da 4 kattan fazla bir konut yapısı görmeniz mümkün olmazdı… Çünkü bu afeti yaşadığımız ders aldığımız diğer illerde durum böyle. 

Evet yüksek gökdelenler yok mu 8 şiddetinde ayakta kalan, var ama o maliyeti Türkiye'de yapıp o maliyetteki bir ofisi binayı Türkiye'de satın alacak kişi sayısı fazla olmadığı için....

Çok basit bir matematik ile Size İMAR BARIŞININ ASLINDA AZRAİLLE BARIŞ OLDUĞUNU, İMAR AFFININ ASLINDA ÖLÜMÜ KABULLENMEK olduğunu anlatayım…

Bu imar barışı sadece hükümetin sorunu da değil bunu belirteyim.

adana-aa1_22294071

Neden diyeceksiniz?

Hükümet imar barışı yapıyor evet ama baktığımızda CHP de 2018 yılında İmar Barışı Kanunu’na TBMM’de kabul oyu vermiştir ve 2018 yılındaki seçim bildirgesindeki en önemli vaatlerinden biri de imar barışı idi…

Onlar da biz gelirsek ruhsatsız yapılarınızı yasal statüye kavuşturacağız Müjde(!)’sini veriyordu…
Ama gelin görün ki yine bu hükümet döneminde biz imar barışını çıkartıyor ve milyonlarca uygunsuz yapıya yapı kayıt belgesi veriyoruz.

Şimdi imar barışını nedir? konusunu anlatalım…

4 katlı bir ev yapmak için belediyeye müracaat ediyorsunuz. (şehrimizde genelde yapı bitmeye yakın bu işler denetlenir resmiyete kavuşur) 

Sonra bir inşaat mühendisi ile konuşup, mimar ile görüşüp projenizi çizdirip onaylatıp işe koyuluyorsunuz. 

Her şeyi de onların dediği gibi yapıyorsunuz.

4 katlı binanızın yanına biri gelip 8 katlı bina yapıyor.

Mecliste adamı var kot farkından yararlanmış, karşı mahalleden emsal almış falan filan o da mühendislerin planına göre yapmış her şeyi…

Derken biri aklınıza giriyor, “Senin toruna da atsana bir kat, bak yandaki 8 kat sen 4 kat, emsal gösterip at bir şey olmaz… Hatta yap sen bitirince gidip belediye başkanına rica ederiz zaten yasadışı olan bir şey yok yanındaki aynı emsal...”

Bu sefer diyorsunuz ki toruna yapacağım ama 3 kat daha ekstra yapayım, satayım da şu çocukların geleceğini kurtarayım…

İşte azrail ile pazarlık burada başlıyor.

“Bakara 195” burada devre dışı kalıyor, unutuluyor.

Ne diyor ayette.

"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" buyuruluyor…

Evet kendimizi kandırıyoruz, 4 katlık temeli olan, tüm statiği, hesabı dayanıklılığı 4 kata göre yapılmış olan, kolonu, demiri, kumu çimentosu 4 katı taşıyabilecek şekilde hesap edilmiş olan bir binanın üzerine siz 4 kat daha inşa ediyorsunuz.

Yine de bitmiyor…

“Şu altta odunluk var, zaten doğalgaz geldi kullanmıyoruz orayı da damada dükkan yapalım. Ama içinde çok kolon var ikisini kessek de diğer kolonları güçlendirsek” diyorsunuz. Onu da kılıfına uydurup belediyeden işyeri ruhsatı alıyorsunuz.

1102656-751931830

İnşaat bitiyor, belediye ekibi geliyor çay içerken evet yandakine göre emsal tamam diyerek hoop ruhsatı verelim ama yapı kullanma?

Zaten peşine bir tane de imar affı geliyor.

Olmayan binaya kimlik belgesi veren, denizin içindeki binaya yapı kullanma veren cinsten...

Ve acı son...

Binalar depreme dayanamadı…

Deprem yer yüzüne çok yakın bir noktada oldu, bina olduğu yere çöktü…

On binlerce ölü, 100 binlerce yaralı…

xXx

Kaderin hiçbir suçu yok! 

Suçlu doymayan ve asla doymayacak olan bizleriz…

İktidar, muhalefetin izniyle ve yine bizim onlardan talep ettiğimiz, olmaması gereken işler yüzünden ölüyoruz…

Evlerimizi bizleri korusun diye değil konforlu olsun mantığı ile yapıyoruz, satın alıyoruz veya kiralıyoruz...

Kimse yapacağı evin kolonuna, kirişine, betonuna, demirine, zeminine bakmıyor.
Evim ovaya mı kurulmuş, bataklığın içinde mi inşaa edilmiş, dere yatağına mı yapılmış veya kayaların üzerine mi inşaa edilmiş diye sormuyor. 

Lavabosu ne marka, musluğu ne marka, cam balkonu ne marka diyor…

Ne olacak peki?

Hiç.

Ölen öldüğü ile kalacak, yaralılar tedavi edilecek, binalar inşa edilecek. 10 ildeki deprem riski Erzincan gibi Adapazarı gibi en aza indirilecek…

Deprem riski olan diğer illerde başka bir fay sallanmasıyla kopacak olan kıyamet beklenecek.

En çok da şu “yaralar sarılacak” sözünü garipsiyorum. Sinmiyor içime... 

Kahramanmaraş'ta Mehmet Hançer ve kızı Irmak'ın gözyaşlarına boğan görüntüsünü hatırlayın.

Kızının enkaz altındaki cansız bedenini, elini bırakmayan o BABA...

Sizce sarılır mı o babanın yarası…

ZCNQwyrP1Em8YzZOOcc9Jw

Peki ya 30 saat babasının cansız bedeniyle enkaz altında kurtarılmayı bekleyen Cemile'nin yarasını sarabilecek miyiz?

Evlatları için sakladığı bisküviyi 2 gün yiyemeyen babanın yaşadığı korkuyu hissedebilecek miyiz?

Bunun gibi nice hikayeler var, kalbimize oturan.

Ama dediğim gibi neleri unuttuk, neleri gömdük…
Kalbimizin en derinlerine ve kısa süre sonra davullarla zurnalarla seçim şarkıları çaldık bu ülkede… 

Acılardan haberlere bakamadığımız,

Sosyal medyaya giremediğimiz,

Yemek yerken boğazımızın düğümlendiği bu günlerde “Seçim ertelenecek mi?” diye belki 50 kişi sordu bana…

Ne seçimi kardeşim ya...

Allah aşkına, sen git bir bölgeye insanların halini gör…

Ne seçimi. Bir susun, çeneniz kapansın ya.

Daha enkaz altında çıkarılamamış bebekler, anneler, babalar var.
Önce elimizden geleni yapıyor muyuz diyelim, milletimize, devletimize gereken desteği sağlayıp o bölgeye daha çok ne yapabilirizi hesap edelim. 

Önce bir cenazelerimizi kaldıralım,  toprağa verelim…

Bari bu günlerde bir susun, bir ağzınızın ayarı olsun.

Susun lütfen susun...

Bu ülkede yüzlerce belki binlerce çocuk hala enkaz altında...

SUSUN!

2023-02-07t062536z_1517091284_rc256z9jb4nt_rtrmadp_3_turkey-quake