"İnsan yaşadığı yere benzer...” der, Edip Cansever;
“... 
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.”Ben Trabzonluyum..
Trabzon karadenizin incisi..Fatih Sultan Mehmed’in yetiştiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu kutsal toprakların adı..
benim şehrim, şehzadeler şehri. Trabzon seferi için Fatih'e sorulan ' Trabzon için bunca zahmet niye' sorusuna manidar cevabı.. " Ahirette Allah'ın karşısına çıkınca utanmayalım"olmuştur..
Tarih içinde pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış, kol kanat germiş bir şehir Trabzon..doğasıla deniziyle, mavinin yeşile dönüştüğü, ebem kuşağının üzerinde en çok yakıştığı şehir..
Sissin üzerini örttüğü mis kokulu yaylaları, yeşilin her tonunu bulacağınız doğası, mavinin en koyusunu göreceğiniz karadenizi..
Geçmişten bu yana içerisinde barındırdığı  değişik kültürler sayesinde oldukça zengin bir tarihe sahip Trabzon. 
Sümela Manastırına çıkmadan, Ayasofa’dan denize bakmadan, cepanelikten tabiatı izlemeden ve daha bir çok sayamadığım yerleri görmeden Trabzonu anlayamazsınız..

Hakkıyla Trabzon’u yaşamak var elbette, keyfiyle hem de.. sahil de denizi seyrederek yenen balık ekmek, boz tepede semaverden içilen bir bardak çay gibisi yoktur..bir de fıkralara sebep olan insanları..o tertemiz, cömert, mert olan şehrimin insanları..kimin kapısını çalarsanız çalın sizi en içten karşılayacak insanların barındığı kenttir..
Konu Trabzonspor olunca halkın tek yürek olduğu tek şehirdir..

Güzeldir benim şehrimde yaşamak. Kendi kalemimden dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım şehrimi. Nerede olursam olayım şehrimin güzelliğini ve sıcaklığını başka bi yerde bulamıyorum. Bir pazar günü faroz da kahvaltı yapmanın tadına paha biçilemez. 
Orada içilen küçük bir bardak çayın tadı bambaşka. Bazen zor bazen yorucu olsa bile yaşam her şekilede devam ediyor. İnsanıda denizi gibi hırçın agresiftir biraz. 
Çabuk parlayıp çabuk sönen iyi niyet taşıyan insanlardan oluşur Trabzon. 

Karadeniz'in doğasından süzülüp Karadeniz insanının doğasına sinen o "tez"canlılığın altını çizmeliyiz. İnsanı horon gibidir.
sözümü can dündarın bir yazısıyla noktalıyorum.
'' Eğer benim gibi hayatınızın bir döneminde Karadeniz horonu teptiyseniz bunun ne anlama geldiğini çok daha iyi bileceksiniz.”
Horon öyle bir telaşla oynanır ki, yetişene dek kan revan içinde kalırsınız. Ateş, iki dakikada topuklarınızdan saç diplerinize tırmanır.
Sonra ayaklarınız kontrolden çıkar; topuklarınızın zemini nasıl bir hınçla dövdüğünü, horon bittikten sonra yayılan sızıdan anlarsınız.
Hani Karadenizli, kostak kostak oynayan Ankara efelerini görünce "Niye bu kadar düşünüyorlar?" diye sormuş ya...
Düşünmez, oynar Karadenizli...
Sonradan düşündüğünde genellikle kelle yerde olur.

Saygı ve sevgilerimle...