Nüfusun artması ve geçim kaynaklarının sınırlı olması yanında ihtiyaçların sonsuz olması, insanları şehirlere göç etmrye zorlarken kentlerde nüfus yoğunluğunün göç yoluyla artması yaşanabilirlik olanaklarınıda çok olumsuz etkilemektedir.Bu anlamda köylerde yıl oniki ay yaşayan nüfus ortalama 0/0 7 olup 824352 nüfus olan ilimizde kırsalda yaklaşık 58 bin kişi ülkemiz kırsalında ise 5950 000 kişi yaşarken kent merkezletinde 79050 000 insan yaşamaktadır. Aslında bu durum kentlerde ne derece bir sıkıntının olduğunun temel göstergesi olmakla birlikte , ekonomik,politik,kültürel, ve çevresel sorunlarıda beraberinde getirmekte ve yerel yönetim hizmetlerini büyük yük altına sokmaktadır.

Günümüzde artık genel kanaat haline gelen kentleşmenin sürdürebilir olmadığı ,hızlı kentleşme ile ortaya çıkan sorunların bir çok tehlikeye yol açtığı artık somut bir kavrama dönüşmüştür.Gelinen aşamada ortaya çıkan sorunların daha kapsayıcı bir şekilde ele alınıp,bu çıkmaza son vermek için iç göç meselesi kırsaldan başlayarak çözüme kavuşturulmalıdır.Ülkemizde tersine göç yani şehirlerden köylere göç'ün minimum düzeyde olması sorunu ortadan kaldırmamaktadır.Artık kent hakkı bu anlamda devlet sorunu haline gelmiş ve demokratik bir kent yaşamının nasıl kurulması konusundaki tartışmalar yoğünluk kazanmıştır. Bu tartışmaların ana başlıklarınıda çevresel ve ekolojik sorunlar,iklim deşikliği,altyapı sorunları,barınma, sağlık, kanalizasyon, ucuza su kullanımı, emlak vergileri,hizmetlere erişim, demokratik katılım, sivil inisiyatif temsiliyeti, sosyal hayat ve kent olanaklarından yararlsnma, eşitlik, özgür yaşam, güvenlik, ayrımcılık, yoksulluk,kent kaynaklarının yenilenebilirliği ve kent planlamasıgibi çok çeşitli konuları kapsamaktadır.

Bu hususlar kangrenleşmiş olup devsm ederken öte yandan göçlerin yoğunlaşması yanında küreselleşme ve kozmopolit yapıyla birlikte vatandaşlık kavramlarınında tartışılması tehlikenin başka bir boyutunu oluşturmaktadır.Özellikle diğer ülkelerden sığınmacı adı altındageldikleri telafuz edilen insan girişleri zaman içinde ulus devlet için şehirlerde oluşacak demografik değişiklikler kent hakkı adına ayrı bir tehlike oluşturacaktır. Zaten kent hakkını kullanmakta büyük zorluklar çeken vatandaşlarımızın, bu sebeple sorunlar daha çıkmaza doğru sürüklenirken yaşàm seviyeleri ve kent hakları çok daha aşağı doğru çekilmektedir. Onun için bu manzaradan demokratik bir kent yönetimi çıkmayacağı içindir ki sorunların ulusal ölçekte değil kent düzeyinde çözülmesine yönelik, bir malzeme olarak ele alınacağı kaçınılmaz olacaktır.

Kent hakkı kavramının dayandığı kentleşme süreci içerisindeki liberal hakimiyetin tartışılmasına yeterince imkan vermeyen bir yaklaşımla sürdürülürken, kent hakkı ise insanların mülksüzleştirilen kesimleri; barınma, eğitim,sağlık,ortak alan kullanımı gibi haklara erişmekte engel teşkil etmektedir.Buradaki temel mesele kentler gayri safi yurt içi hasılanın 0/0 70'ini oluşturduğundan dolayı kent hakkı ötelenerek bu rantın nasıl paylaşılacağının hesabı yapılmaktadır.Bu ekonomik güç potansiyeli bir takım fırsatlar ile vaat edilen istihdam ve iyi yaşam söylemleri kentlere göçü artırmakta dolayısıyla nüfus yoğunluğu armaktadır. Kentleşme bir yandan tarım topraklarının elden çıkmasına, enerji ve su kaynaklarının tüketilmesine sebep olurken, diğer yandan çevre kirliliği, mali yükler ve toplumsal sorunlarıda ortaya çıkarmaktadır.

Kent plan anlayışı kentlerin fiziksel olarak genişlemesini, çevresel ve ekolojik olduğu kadar toplumsal ve ekonomik bir sorun olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.Konut rezervleri imar planlamasına göre değil bazı çevrelerin rantına göre yapılmaktadır. Halbuki burda ciddi bir kent hakkı varolup buda yeterli olmadığı için kiralar astronomik ölçüde denetimsiz olarak artmakta, evi olmayan insanlarda bu durumdan ciddi zararlar görmektedir.İnsan Hakları Evrensel Peyannamesine imza atmış bir ülke olarak kent hakkının bu derece yozlaştırılarak insanların barınma hakkına bile önem verilmemesi anlaşılabilir değildir. Evi olmayan insan burda bir noktada suçlu gibi gösterilirken ev sahibi olanların sonsuz hakları varmış gibi denetlenmemeleri ve astronomik kiralar almaları tam olarak kent hakkının liberalleştirilmesinden başka anlam taşımamaktadır.

Burada temel alınan olgu, kenti kullanan kentliler için onu anlamlı hale getirecek kullanım değerine göre değil sermayenin çıkarı olan değişim değerine göre olduğu için kent üzerindeki haklardan mahrum kalmaktadırlar. Yani kapitalist sistemde kent hakkı sadece onlara aittir ve sermaye mantığının karşısınada kentliler konulmaktadır. Onun için kent hakkı kavramı antikspitalist temeller üzerine oturtulmalıki o zaman sorunu görmek ve çözmek daha kolaylaşacaktır.Yoksa bugüne kadar olan süreç nasıl işliyorsa sermaye mantığının kentleşme süreçlerdeki etkili olma gücü devam edecektir. Aynı şekilde yüzde yüz kent hakkı olan insanlarda tüm mağduriyetlerine rağmen şükretmeye devam edecektir. Bu bağlamda sermaye hırsı ve mantığını açık ve net bir şekilde ortaya koymadan kent hakkı hedefinin gerçek anlamda saģlanması çok zor olacaktır.