Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da,
O köy bizim köyümüzdür.

Orda bir ev var, uzakta,
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.

Ata yadigarı köylerimiz. Doğduğumuz, büyüdüğümüz, altına sini bezi serilmiş yer sofrasında, Fokor fokur kaynayan bakır güğümde demlenen çayımızın üzerinde bulunan maşasında ekmek kızarttığımız, karşısında ısınarak yemek yerken mutlu olduğumuz kuzine sobamız, odamız, sofamız, obamız, biricik köyümüz.

Eskiden köy evlerimiz vardı ve bu evler tam bir üretim üssüydü bizim için.

Alt katında ahırlar vardı; et, süt, yağ, peynir üreten. Yanlarında kümesler vardı, yumurta üreten.

Ne acıdır ki, şimdi apartmanlarda tüm gün bu saydıklarımızı almak için, başkalarının işinde çalışan işçilere dönüştük, maalesef.

Köyümüzde yemek artmaz. Artarsa köpeğimizindir. Meyve-sebze kabuklarını küçük ve büyükbaş hayvanlarımızla, tavuklarımız yer.  Kıyafetlerimiz aileden aileye dolaşır.

İyice kötü durumdaki tekstil ürünlerimiz bir araya getirilip minder, örtü yapılır. Sert kabuklar, kağıt ve mukavva ambalajlar ocakta yakılır. Gazete ve dergiler bir süre dolap ve raf altına serilir, sonra ocakta odunu tutuşturmak için çıra yerine geçer.

Parlak ve eğlenceli olanlarıyla defterler kaplanır, oyun oynanır. 
Plastik ambalajların geniş olanları saksı olur. Dar olanları çeşitli sıvılar için taşıma ve saklama kabına dönüşür

Metal ambalaj ve kutular kesilip plakalar halinde çatılara kaplama, bağlara oluk yapılır. Bu sınıfların hiçbirine uymayan tuhaf biçimsiz atıklardan bağlardan da şahane korkuluk olur.

Evet, köyümüzde yemek artmaz.
Köyde hiçbir şey artmaz, artırılmaz.
 Köyde çöp olmaz.

Bizim de köyümüzde Soğuksu (şimdilerde mahalle oldu).
İnanın ki orada geçirdiğimiz her saniye bizim için çok kıymetli, hazineler değerinde.

Şehrin göbeğinde, çok tarihi bir bölgeyi içinde barındıran, Kurucu değerimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün üç defa ziyaretiyle bizleri onurlandırdığı Soğuksu köyümüzü çok ama çooook seviyoruz.

Ben köyümde doğal köy hayatı yaşamayı seviyorum.

Her sabah koyunların arasına girip altlarından taze taze, sıcak sıcak yumurtalarını aldığım tavuklarımla, evladımız kadar çok sevdiğimiz köpeğimiz, canım kızımız Zeytin'le, yüzlerce çeşit nadide çiçeklerimle, çeşit çeşit rengarenk organik meyvelerim ve sebzelerimle köyümde köy gibi yaşamayı çok seviyorum.

Baharın müjdeleyicisi erik ağacımın çiçek açtığını gördüğüm gün, sanki yeniden doğmuş kadar hayata sıfırdan başlarım.

Bu mevsimde üzerine kar yağsa da inatla çiçeğini açan tüm ihtişamıyla güzelliklerini bizlere sunan bahar dalını gördükçe çok mutlu olurum.

Kırmızı ve beyaz zambaklarım, nazar boncuklu çimlerim, mis gibi kokulu manolyalarım, sümbüllerim, melisalarım, rengarenk kokulu güllerim, şakayıklarım ve vazgeçilmezlerimden olan rengarenk ortancalarımız ve daha neler neler!

Bu arada unutmadan söylemek istiyorum, Trabzon'un ortancasının orijinal gerçek rengi, deniz mavisi ve çivit mavisidir, gerisi teferruattır.

Hani demişti ya, Büyük şairimiz Nazım Hikmet

Yoldaşlar, Nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün. Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani...

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, Ayrılık elli dirhem fazla gelmiş. Sevdiklerinize sarılın! Köylerinizde sevdiklerinizle birlikte köy gibi yaşayın. Mutluluğa ve huzura yelken açın.

Herkes gibi biz de bir gün nihayetine ereceğiz, son arzumuz nedir? diye soran olursa, inanıyorum ki, beni köyüme getirin son günlerimi orada sevdiklerimle doya doya yaşamak istiyorum, diyenimiz çoktur.


Allah'ım herkese sevdikleriyle sağlıklı sıhhatli uzun ömürler versin.

Kalın sağlıcakla...