En mütekamil canlı olan insan, sevgi ile yaşar. Bundan dolayıdır ki doğayı, yani genel anlamda ekosistemi korur ve sever. Bu zeminden çağrışımla tüm canlıların anası olan, onları bağrından çıkaran toprağı severiz. Toprak sevgisi ve vatana bağlılık yanında, yaşam ile ekonomik ilişkilerde yerini en derin bir şekilde almaktadır. Aşık Veysel'in ağzından dökülen o güzelim türkü "Benim sadık yârim kara topraktır" gerçekten insan hayatında toprağın çok büyük bir yeri vardır. Zira toprak dürüsttür; sen ne verirsen onu sana misliyle verir ve dünyada böyle başka bir varlık yoktur. Toprak, bitki, su ve hayvan (Ekosistem), bu dört varlık hayatımıza renk katar ve yaşamın temelini oluşturur. Daha açıkçası beslenmek ve ayakta kalmak ancak toprakla mümkündür. Şehirlerde yaşayan insanlar, bulundukları ortam gereği toprakla ilgileri sınırlıdır ve didinimleri dahi farklı konularda geçmektedir. Bunun yanında bir de köy ve köylü var olup, bütün hayatını toprağa bağlayan insanlardır bunlar. Onlar için toprak; yaşamın temeli, özgürlük, mutluluk, üretim ve kıraç topraklarda ömür tüketmenin önemli bir zevkidir.
Toprağı olan insanlar bu güzellikleri yaşarken, ya toprağı olmayan kırsal alandaki kızgın güneş altında, yağmurda ve çamurda yaşam savaşı veren, alnında derin stres çizgileri olan, elleri nasırlı olarak çalışmayı savaş psikolojisi ile yürüterek ter döken, ırgatlık yapan insanların bitmeyen üzüntüleri hiçbir şeyle ölçülemez. Hayatlarını toprağa bağlayıp onun sahibi olan insanlar ürettikleri için geleceğe güvenle bakarlar. Çünkü canlılar için gerekli olan toprak tabakası ortalama bin yılda oluşmakta, yani on asır sürmektedir. Onun içindir ki toprağa bağlılık vatana sadakattir ve hiçbir kimse bu hususta taviz vermez. Çünkü gerektiğinde toprağını düşmana çiğnetmemek için canını vermeye hazırdır. Top mermilerine göğsünü siper eden, tanklara süngü ile saldıran, yaşlı analarıyla, dedeleriyle cepheye mermi ve yiyecek taşıyan Türk köylüsü, toprak özlemini ve vatan sevgisini çok iyi bilir. İşte bu anlamda “Yurdun efendisi köylüdür” diyen Ulu Önder ATATÜRK, milleti oluşturarak böyle motive etmiş ve Türk'ün atası olmuştur. Büyük önder, tarımın özel konularına da girerek bugün bile güncelliğini koruyan şu ilginç sözleri söylemiştir: "Memleketi, iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine ayırmak icap eder. Bu bölgelerin her birinde köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmalar için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulması gerekir."
Vatan sevgisi ve vatan savunması, bir ailenin veya çiftçinin kendi toprağına bağlanması ve onu sevmesiyle başlar. Karadeniz’in dik yamaçlarında sırtında toprak taşıyıp, yeni setler oluşturarak tarımsal üretim yapan insanlar hürmet ve saygıyla anılmaya değerdir. Onun içindir ki yıllardır gerçekleştirilemeyen toprak reformu, bu ülkenin ve insanların kanayan bir yarasıdır. Bir takım siyasi endişelerden dolayı ertelene ertelene bu günlere gelinmiş ve durum kronikleşmiş bir hâl almıştır. Gerekirse bu konuda Devlet sert önlemleri hiçbir kaygıya yer bırakmadan almalıdır. Zira bu olay gerçekleşince demokrasiye bir terslik ve aykırılık oluşmayacaktır. Türkiye büyük ve güzel bir ülke olup, kendi üretimimizle rahat yaşıyoruz diye hayallere kapıldığımız için, bugün gelinen aşamada tarımsal ürünler bakımından dışa bağımlı hâle geldik. Burada artan nüfus ve çoğalan insan kaynaklarımızı ve bir yandan da hayvancılık popülasyonumuzu düşünerek besleme ve beslenme düzeyimizi geliştirmek zorundayız. Bunun yolu da sanayi kalkınmamızı engellemeden tarımımızı kalkındırmak ve tarımsal üretimimizi geliştirmek zorundayız.
Zira bir üretim planlaması yapmak için politik davranışlardan kaçınmak, bilimi ve tekniği izlemek yeterli olacaktır. Bu rezerv güç, ziyadesiyle ülkemizin temel varlığında ve geldiği aşamada mevcuttur. Birçok ülke tarım ve sanayi konusunda dünyaya çeşitli armağanlar sunarken (tarım, sanayi, teknoloji vs.), ne yaptıklarını ve neler yapabileceklerini bilerek ve planlayarak yapmışlar ve de yapmaya devam etmektedirler. Onun için ülkemizdeki hane halklarının veya ailelerinin kendi toprağına bağlanması ve sevmesiyle başladığı hâlde, toprağı olmayan insanlara bu hususu anlatmak pek de kolay olmayacaktır. Maalesef bu anlamda bu insanların toprak özlemi mezarda bitecek ve üzerleri yine toprak tarafından kapatılacaktır. Topraksızlığın temel çözümü toprak reformu olup, yıllardır çözülmediği için hâlâ 1945 yılından bu yana tam 80 yıldır bekletilmesi de anlaşılabilir gibi değildir. Bundan dolayıdır ki reformu ertelemenin bütün ağırlığının yükü ülkemizin omuzları üzerinde ne kadar daha sürüp gidecektir. Alın terini toprağa döken insan o toprağın sahibi olursa, hak yerini bulur, üretim artar, tarım tekniği gelişir, çiftçinin refahı artar, topluma barış gelir, beslenme düzeyi yükselir ve vatan toprakları, yüzü gülen insanların elinde bereket ve bolluğa kavuşur. Neticede toprağa duyulan özlem içselleştirilerek bağlılığa dönüşür ve tarımda da dışa bağımlı olmaktan kurtulmuş oluruz.