Bin dokuz yüz altmış üç yılının ikinci ayının dördüncü günü dünyaya gözlerimi açtığım günden günümüze kadar birebir yaşantımızın içinde olan çoğumuzun birebir yaşamış olduğu doğru bilinen yanlışlarımız mı desem hurafeler mi desem?
Ne desem de boş!

Hepsini yaşamımız boyunca gördük. Çoğunu da birebir yaşadık.

Bir deli kuyuya bir taş atarmış, kırk akıllı çıkaramazmış.

Yaşı elli beş ve üzerinde olan neslin, değişik geleneklerle iç içe bir çocukluğu gençliği olmuştur.

Günümüzde bile, doktordan çok aktara inanan insanlarımızın çoğunlukta olduğuna inanmak istemiyor insan ama maalesef gerçek bu.

O yıllarda hemen hemen her mahallede aklımızın almadığı olağanüstü işleri, becerebildiğini zannettiğimiz, büyük annelerimizin tanıdığı yaşlı teyzeler vardı.

Hangi iş için gidersen git, mutlaka sana bir çare bulmadan göndermezdiler.

Bir defasında beni okuyup üfleyip sırtımı da duvara üç defa vurdukturdan sonra, şifa niyetine yüzüme okkalı bir tükürük atmıştı. Çocuk aklımızla neden böyle yaptıklarını kestiremezdik bile.

Pazarkapı Mahallesi'ndeki aktarcıların eczanelerden çok daha fazla müşterisi vardır desem inanmamazlık etmeyin. (Doğrudur)

Daha çok büyük annelerimizin nasihatleri ve tembihleri doğrultusunda!

Geceleri dışarı sofra örtüsü silkelemenin ve kirli su dökmenin sakıncalı olduğunu söyleyen annesinin,

Gece ıslık çalınmaz, şeytanlar gelir diyen anneannesinin otoritesine karşı çıkmış babayiğit bulunur mu..! 

Gece sakız çiğnemek uğursuzluk getirir, gece aynaya bakmak, tırnak kesmek uğursuzluk sayılırdı..

İçten gelen geleneksellikleri cahillik olarak değil, kaybedilmemesi gereken bir bilgi aktarımı olarak görürlerdi.

Kafamıza bir örtü koyup, üzerinde tutulan su dolu çanağa kurşun döktüklerinde, duyduğumuz cazırtılar bitip de gün ışığına ulaştığımızda, merakla bakmıştık tasın içerisine.

Çatlamış bu oğlan nazardan, gözleri çıksın inşallah!..

Hepimizin bir nazar boncuğu vardı bir tarafımıza iliştirdikleri.

Kafasının üzerine tuz çevrilip üzerine atılmayan kişi kalmamıştır o çağlarda.

Karnı ağrıdığında, beline atkı sarılıp üzerinde ütü gezdirilirken bilmem ne duası okunmayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanırım.

Hangi muskaların omuz başlarına  çengelli iğneyle tutuşturulduğunu, 

Komşu teyzelerle gidilen yatırlarda ağaçlara bağlanan çaputlara, gözlerini kırpıştırarak baktığı günleri hatırlamayanlar var mıdır?

kibritle oynamanın uyurken altınıza işeteceğini, 

incir ağacına tırmanılmayacağını, 

makası açık bırakırsan kavga çıkacağını,

namaz kılan babaannenin sırtına atlanılmayacağını,

pilav yerken tabağında bıraktığın pirinç taneleri kadar çocuğun olacağını,

yemediğin lokmalarının ardından ağlayacağını,

gidenin peşinden su dökmenin kısa zamanda döneceği umutlarını beslediğini,

ciklet çiğnersen sakallarının çıkmayacağını,

yaramazlık yaparsak polislerin gelip babamızı hapse götüreceğini,

Unutan yoktur sanırım yaşıtlarımızın arasında.

Okul ve iş kapısına sağ ayakla girmenin, tahtaya vurup kulak çekmenin, çekerken dudaklarımızın arasından  ''cucuukk''  diye ses çıkarmanın pratik faydalarını nasıl inkar edebiliriz. 

Mutlu olmak için uğraşılarımız ve dışarı şer olmaktan korkan bir jenerasyon olarak büyümeye çalıştık.

Bir arkadaşım su içerken çömelir, elini başının arkasına koyarak aklının kaçmasını önlerdi!..

Ona öyle demişti anacığı, çaresiz çömelirdi çocuk!..

Köpek uluduğunda kalkıp terliklerin ters çevrilmesini istediklerini anlayamazdım ama korkar yapardım hemen. 

Üstelik eve girince çıkardığın ayakkabın ya da terliğin ters durursa, hemen düze çevirme gerekliliği vardı.

Öyle yetiştirilmişlerdi ve öyle de korumaya çalışıyorlardı kendi çocuklarını türlü kötülüklerden.

Bacaklarımın arasından geriye bakma oyunu oynadığımda,

Bakma öyle misafir getirirsin, hazırlığımız yok şimdi... derdi annem!

Dikeceği kumaşı keserken, yan odadan koştururdu beni ''kolay gelsin'' diye bağırtarak.

Kaybolan şeylerin hemen bulunmasını sağlayan duaları ezbere bilirdi eski kadınlar.

Olmasını istedikleri ivedi dilekleri gerçekleştiren bir ''Aceleci bacı'' vardı. Duasını gönderdin mi bizzat meşgul oluyordu.

Yıllarca çocukluğumuz, gençliğimiz bu ve buna benzer adetlerin psikolojik baskıları ile geçti.

Şimdilerde kız isteme törenlerinide çok abartılı buluyorum.

Önce tanışma Faslı, sonra söz,nişan, kına, kızı evden alma merasimi, ağırlıklar, nikah ve düğün say say bitmez.

Klasik tören ve aile içi tanışmalara kimsenin diyeceği bir şey yoktur.
Lakin kızlara yapılan bu abartılı törenleri şimdilerde damatlarda yapıyor. 

Damatların kınası bile yapıldığı günümüzde abartılı yaşamayı çok seviyoruz.

Geleneklerimizi abartmadan yaşatmak en güzeli bence.
Bu benim kendi şahsi görüşüm katılan ve katılmayanlarada saygı duyarım.

Yaşantımızın içinde yaşadığımız olayları, hep bir yerlere yormak gibi bir huylarıda vardı büyüklerimizin!!!

Bazen bir şer, bin hayırdan evladır sözünü çok severim.

İnsanın bazı şeyleri doğru anlayabilmesi için mutlaka olumsuz şeylerle de karşılaşması gerekir ki iyi günlerinin kıymetini bilsin.

Mutlu ve sağlıklı olduğumuz yıllarda aklımıza gelmeyenler, iş tersine dönünce başımıza gelmeyenler kalmayınca üçüncü gözümüz açılır, dünyaya farklı bakarak vay beeee, Kıymetini bilemediğimiz neler neler varmış meğer deriz!!!

Hep mutlu, huzurlu, sağlıklı ve sıhhatli olmanız dileklerimle.

Kalın sağlıcakla...