Ülkemizin 85.5 milyon nüfusunun yıl on iki ay kırsal kesimde yüzde 6.6'sı yaşamakta (5.65 milyon) olup, yaklaşık 79.850.000 kişi de kent merkezlerinde yaşamaktadır.
Yani nüfusun çok büyük bir kısmı üretmeden tüketirken, bu nüfusu beslemek için uğraşan, ter döken ve emek veren çiftçilerin ürettiği ürünlerde yetmeyip, önemli ölçüde de dış alım yani ithalat yapılmaktadır.
Bu nüfusun beslenme ihtiyaçlarının karşılanması yanında üreticilerin girdi fiyatlarıyla boğuşması ve ürününü kar marjsız maliyetinin altında satması zorunda bırakılmasıda tarımdan kopmaları hızlandırmaktadır.
Kırsalda insanların özellikle gençlerin yaşamak istememesi, yaşlı anne ve babalarıyla düşünce birliği içinde olmamaları neticesinde, yıllar içinde oluşan üretim kültürü ve toprağa bağlılıkta azalarak verimli alanlar üretim dışı kalmaktadır.
Yani yaşlanan insanlar ile çocuklarının köye bakış açıları arasındaki davranışları birbirinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Yapılan bir çok araştırma ve analizde aynı doğrultudaki görüşleri ortaya koymaktadır.
Baba için köy; teneffüs ettiği hava, beslendiği, ürettiği ve aile olduğu toprak parçası, gayrimenkul gibi hayatın ta kendisi olduğu, onun için başka bir yerde dahi olmayı aklından geçirmediği bir yaşam alanıdır.
Böyle bir ata toprağında, özellikle erkek evlatlar için ise köy yaşanması zor, geçim sıkıntısının önemli ölçüde ağırlaştığı, sosyal hayatın çok sınırlı olması onlar için köy, bir açık hapishane gibi algılanmakta ve bir an önce köyden kurtulmayı planlamaktadırlar.
Bu hususun ataerkil kültürümüzde ülkemiz aile yapısının nasıl sosyal kırılganlıklara sürüklendiğinin açık göstergesidir.
Uzun yıllardır kırsala bir çekicilik kazandırılması planlanmamış ve kırsal iticiliği ağır basarken, zamanla şehir çekiciliği kırsalı boşaltmaya başlamıştır.İşte göç dediğimiz bu travma şehirlerde de ciddi sıkıntılara sebep olurken, bir yandan da çeper mahallelerin çoğalmasına zemin hazırlamıştır.
Onun için Türkiye de gittikçe önem kazanan şehirleşme haraketide ciddi sorunlarla karşılaşmakta,çözümler uzun zaman almakta ve yaşam kalitesi gittikçe azalmaktadır.
Köyden şehirlere olan iç göcün yanında, birde mülteci ve başka devletlerden gelen göçmenler, yaşam şartları gereği her imkanımıza ortak olduklarından ülkemiz insanı şehirlerde önemli sorunlarla karşılaşmaktadırlar.
Tüm bunlara rağmen toplum öyle motive olmuş ki sanki şehirde oturmak bir ayrıcalık veya bir asalet kavramı gibi algılanmaktadır.Şehirleşme hevesini genel anlamda sanayileşmeye bağlamak, mümkün olmadığı halde iş olanaklarının daralarakta olsa geçim sıkıntıları insanları şehir kalabalığının içinde yalnız bırakmakta ve buna karşın geri göç yaşanmamaktadır.
Aslında köyden kente göç edenler mevcut sanayi kapasitesinin iş arayanların hacminden kat kat düşük olduğuda yadsınamayacak bir gerçektir.
Bu dengesiz süreç gittikçe sanayi adına güç kaybederken, göçte tam aksine ciddi bir şehir hevesi içinde devam etmektedir.
Dahası köyden kent'e göç haraketi gizli işsizliği ortaya çıkardığı ve iş gücünün sektörler arasındaki dağılımını etkilediği de önemli bir gelişmedir.Durum bu çerçevede olduğu halde, ev var, toprak var, iklim koşulları elverişli, toprakların sonuna gelişmemiş ve belli oranda sınırlı olsa bile para olduğu halde, insanların bu olanakların hiç birini bulamayacakları şehirlere göç etmeleri aileleri ayrıştırırken köylerin topraklarıda insansız kalmaktadır.
Sonuçta insanların köyden şehire göç etmelerini zorlayan diğer bir faktörde ürün pazarlama sorunudur.
Son yirmi yılda ithal edilen tarım ürünlerine ödenen 140 milyar dolar para ile yabancı üreticiler güçlendirilirken, yerli üretici mağdur edilmiştir.
Aslında genç kuşağın ailesiyle çatışmasının temel nedeni ve köye bakışının değişmesi yanında, toprağın yetersizliği ve geçim sıkıntısı olup, şehir yaşamının cazip görünmesidir.
Bugün şehirlerdeki sosyal yapının çok sıkıntılı ve değışken olması,insanların yaşam kalitelerinin düşmesi ve yeterli parasal gelirin olmaması gibi ciddi yaşamsal sorunlar köy hayatını aratır hale gelmiştir.
Köyden şehire göç büyük aileleri parçalayarak şehir bağlamlı çekirdek aile eğiliminin kuvvet kazanması gittikçe artmaktadır.
Şehirde geçinmek için babanın yanında neredeyse tüm aile fertlerinin çalışması geçim için ilk çare haline gelmiştir.
Bu anlamda erkekle kadının eşit olmaya doğru gidişi dahada güçlenmektedir.
Ancak; bu tarz ailelerde az çocuk yapılması ülkemiz açısından yaşlanma ve ailesizleşmeye doğru gidiş gibi tehlike, kırsal kaynaklı bir süreç olup, önüne geçilmesi için muhakkak radikal tedbirler alınmalıdır.
Durum bu kadarla da kalmayıp, şehirlerde özellikle gençlerde önemli ölçüde suçluluk eğilimi artmaktadır.
Burada başta ailenin ve kamu denetiminin azalması çocuk suçluluğunu artırmakta ve toplum bundan huzursuz olmaktadır.İşte tamda burada kırsalın hudutsuzca boşalmasına, şehirlerin yaşanabilirlikten uzaklaşmasına, ortada bir plan ve projeksiyona dayalı kırsal ve kentsel nüfus planlaması yapılmaması sonucu artık, hem kırsalda ve hemde kentlerde toplumsal sorunlar gittikçe artmakta ve bu anlamda da aileler parçalanıp küçülürken bir çıkış üretilememektedir.
Aslında burada şehirleşme karşıtlığı değil köy ve şehirlerdeki düzenlemelerin yapılarak geçişlerin kontrolünün yani dengenin sağlanmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Bununda yolu bölgesel planlamalar yani ekonomik faaliyetlerin, kültürel ve sosyal tesislerin, istihdam ve iş olanaklarını homojen bir şekilde sağlamaktan geçmektedir.
Bunlar yapılmadığı sürece insanların yaşamları daha zorlaşacak aile içi ve toplumsal çatışmalar gün geçtikçe büyüyecektir.
Onun için sorunlar muhakkak çözülmeli yoksa problemler yığınlaşırsa üstesinden gelinmesi zorlaşacak ve kuşak çatışması devam edip, göç olgusuyla birlikte kırsal boşalacak ailelerin parçalanmasıda sürüp gidecektir.
Netice olarak kuşak çatışması ile göç önlenmek isteniyorsa kırsala hakim olunmalı yoksa ülkenin sosyal ve ekonomik sorunları çözülemez.