İktidar partisini 2002’den bu yana takip etmeyen biri Süleyman Soylu’nun Trabzon’a geliş gerçeğini ve bundan sonrası ile ilgili; Soylu-Trabzon ilişkisini sağlıklı yorumlayamaz.
Ak Parti, 2002’den bu yana siyaseten zor şehir Trabzon’da listelerini şekillendirirken, tartışmasız partide ve toplumda “Lobisi, gücü, etkinliği, karizması “ yüksek düzeyde adayla, format atmıştır.
Faruk Özak, Asım Aykan, Erdoğan Bayraktar ve Süleyman Soylu.
13 yıldan bu yana, AK Parti, böyle yapıyor.
Belediyede bile.
Gümrükçüoğlu’nun da Trabzon’a gelmesinin mantığında bu formatlama ruhu ve zorunluluğu vardır.
Şimdi, son seçimde Süleyman Soylu, Trabzon’a gönderildi. Bildik gerekçelerle. 1 Kasım’da yine seçim var.
Parti kulislerinde hareketlilik görüyoruz. Liste değişir, Soylu gider beklentisi içinde olanları ben,  Ak Parti’yi anlık yaşayanlar olarak nitelendiriyorum.
Soylu’nun 7 Haziran öncesi Trabzon’a gelmesindeki ortamda ile şimdiki arasında hiçbir değişiklik yok. Soylu kurucu irade tarafından niye Trabzon’a gönderilmişse, zemin aynı zemin.
O nedenle Soylu tasfiye oldu diye avuç ovuşturanlar  hayal kırıklığına erken uğrarlar.
Fair  Play adına Erkan Zengin’in kulağını çekerim..!
Trabzonspor-Kayseri maçında Erkan Zergin’in hareketine ters analiz ile bakacağım.  Biliyorum çok da tepki alacağım. Olsun, ben de bunu Fair Play adına bunu yapacağım.
Şimdi gelelim mevzuya.
Olayın vuku bulduğu anlarda, saat tuttum, 57 saniyede iki kez Trabzonspor üst üste Fair Play ruhu ile hareket ediyor. İlk hareket, taçtan rakibe topu vermek. Alkışlıyoruz. Taçtan gelen topu, Kayserili futbolcunun kural hatası yaparak topu kullanmasının cezasını, Trabzonspor Fair Play ruhu ile yorumlayacaksa, kurallar içerisinde atışını okkalı bir şekilde kaleye yapacaktı.  Yoksa, topu yuvarlamak Fair Play’in ruhuna aykırıydı.
Niye mi?
Kural açık ne diyor bakın.
Bir futbolcu yerden gelen bir topu vücudunun herhangi bir yeriyle sektirdikten sonra kendi kalecisine geri pas verir ve kaleci de meşin yuvarlağı eline alırsa hakem serbest vuruşa hükmeder. Bunun nedeni ise geri pası veren futbolcunun Fair-Play´e uygun davranmaması...
Dikkat, can alıcı vuruş, son cümlede. O son cümleyi yeniden okuyun, sonra da  Kayseri maçı gözünüzün önüne getirin. Futbolcu dizinde topu yumuşatıyor, başına taşıyor, kalecisine veriyor. Yani, Fair Play ruhuna uygun davranmıyor. Kuralı bilerek ihlal ediyor. Fair Play yerle bir oluyor.
Erkan da gelip, yerle bir olan Fair Play ruhunun içine ediyor.
Oysa o pozisyonun Fair Play ruhu, atışı hakkı ile kullanmaktı. Maçı Trabzonspor kazanmamış olsaydı, Erkan çok tartışılırdı çok.
Fair Play ruhu, Erkan’ın son hareketinde yok. Fair Play’ın ruhuna aykırı bir hareket var. Fair Play dediğin futbolu güzelleştiren hareketlerdir, Erkan, futbolun en güzel anı, bir serbest vuruşun estetiğini, tribünlere yaşattırmayarak, tribün ve taraftarın  Fair Play ruhunu hiçe saymıştır.
O nedenle bende Erkan Zengin’in kulağını, Fair Play adına çekiyorum.
Fair Play ruhu ve 2010-11 şampiyonluk kupası…
Futbolu, sahada da masada da çirkinleştirmeyeceksin. Sonucu etkileyecek varsasyonlar yapmayacaksın. Rakibine kasti harekette bulunmayacaksın. Oyunu soğutmayacaksın. Ortamı çirkinleştirmeyeceksin. Emek gasp etmeyeceksin. Doping kullanmayacaksın. Hakemi yanıltmayacaksın. Tribünleri tahrik etmeyeceksin. Kasti hareketlerden uzat duracaksın. Şiddet uygulamayacaksın. Hakeme ikide bir itiraz etmeyeceksin. Takım arkadaşına saygılı olacaksın.Rakibinin adına empati yapacaksın.
Tüm bunların hepsine birden sporda Fair Play deniliyor.
Peki, madem bu ülkede Fair Play var, niye Trabzonspor’un 2010-11 şampiyonluk kupası, Fener’in müzesinde rehin tutuluyor. Orada tutsak. Orada ağlamaklı. Orada, öksüz. Orada mutlu değil.
Niye?
Fair Play, sadece Erkan Zengin’in topu kaleciye yuvarlaması değildir.
Eğer o hareket alkışlanacaksa, futbolun ulemaları o hareketten dolayı, Trabzonspor’un profesyonel bilincini taktir edecekse;
Fair Play adına 2010-11 kupasının da sahibinin Trabzonspor olduğunu bilecek ve Trabzonspor’un hakkını adalet gecikmeden verecek.
Fair Play’se Fair Play.
Yok öyle bana başka, sana başka; Fair Play.
2010-11 sezonu, Fair Play’in ruhuna Fatiha okunduğu bir sezondur.
Böyle ağır bir sezonun sonunda Erkan Zengin’in, Fair Play adına çok da olumlu görmediğimiz hareketini alkışlayanlar Fair Play adına tıpış tıpış kupamızı da teslim edecek. Başka yolu yok bunun.
Şota, Trabzon’da neye şaşırdı..!
Önceki gün planlı olmayan şekli ile Trabzonspor Teknik Direktörü Şota ile bir dost ortamında bir araya geldik.
Cafer Hazaroğlu, Süleyman Atal, Selahattin Ahıskalıoğlu ve ben, Tat Pizza’da sohbet ettik. Ancak taraftar ilgisi, Trabzonluların müthiş sevgisi ile pek fazlada konuşamadık.
Zira, saniye geçmeden 7’den 70’e her yaştan kadın erkek Şota’yı ablukaya aldı.  Fotoğraf çektirdi, sohbet etti, sarıldı, sevdi, okşadı, başarılar diledi. Biz de bu sevgi selinden zaman buldukça, Şota’nın meraklı soruları ile Trabzon’u masaya yatırdık.
Hiç, futbolu konuşmadık.
Trabzonspor’u da.
Şota’nın Trabzon merakı bizi de kendine hayran etti.
Şöyle dedi Şota..
“Şehir çalışma saatleri içinde de çok kalabalık. Bu milletin işi yok mu..?”
İşte can alıcı bir tespit.
Sonra devam etti.
“Ben geldiğimdeki Trabzon ile şimdiki Trabzon arasında çok fark görmedim. Çok gelişmemiş..”
Bu da ikinci can alıcı tespit.
Sonra bir teknik adamdan öte bir sosyolog gibi şu soruları art arda sıraladı.
“Trabzon’un çocuk nüfusu kaç? Çalışabilecek yaştaki nüfusu kaç? Emeklisi kaç? Ne kadar fabrika var? Deniz yolu ile İstanbul’a gidiliyor mu? Niye hala tren yolu yok..?”
Şota’nın bu tespitleri, Şota’yı yapan önemli değerlerden biri.
Şota, Trabzonspor’la da ilgilendiği gibi Trabzon’la da ilgileniyor.
Özellikle, şehrin çalışma saatleri içinde çok kabalalık oluşunu biz ona “Turizm hareketliliği” desek de pek tatmin edemedik. Çok kişi issiz, ne olacak bu kadar issiz diyerek turizm hareketliliği açılımımız karşısında tatmin olmadığın gösterdi ki haklı.
Bu kadar sohbette benim Trabzonspor ile ilgili bir mevzuya dalmamam olmazdı. Bir hınzırlık yaptık sorduk, “Trabzonspor’a tam gelmen gereken anda mı geldin” dedim
Cevabı ilginçti..
“Beni Trabzonspor’un başına çağıracak bir yönetim ancak şimdi demek iş başına gelmiş..”
Cevabı kime okkalı gitti masada oturanların yüzüne bakınca anladım!
Hilton Ve Ramada..!
Önceki gün gazeteci kimliğimi gizleyerek Trabzon’da iki girişimci dostumuzun büyük bir özveri  ile hizmete soktuğu iki oteli gezdim.
Ramada ve Hilton’u.
Ramada ve Hilton deniz kenarında. Bütün konfor düşünülerek yapılmış. Tek kelime ile harika. Konumu, planı ve de hizmet mantığı ile Trabzon’un bu sektörde “Başarılı” olacağının mesajını veriyor.
Bu memleketin çocuklarına; sektörün her alanında görev verilmiş. Garsonu, kat hizmetlileri, aşçıları, Trabzon’dan.
Daha üst düzey görevlileri de, sektörün önemli marka otellerinden transfer edilmiş. Turizmin bütün inceliklerini biliyorlar. Özellikle de Arap Turizmi konusunda uzmanlaşmışlar.
Hem Ramada’yı hem de Hilton’u  müşteri göze ile incelerken elbette bazı eksiklikleri de görmedim değil. Bunları iki sevgili dostum Erol Tuna ile Hüseyin Başaran’a özel bir mesaj ile ileteceğim.
Özellikle Ramada, konumunu çok iyi kullanarak, Türkiye’de ilgi odağı olabilir. Çografya harika, deniz manzarası mükemmel ve müşterinin deniz ile bütünleşmesi konusunda yapılacak çalışma, şehre marka değeri katar.
Hilton da öyle.
Her iki işletmenin profesyonel yöneticilerine önerim şu.
Bulunduğunuz mahallenin sakinleri ile iyi geçinin. Onlara sırtınızı dönmeyin. Otellerin yapımı ile mağdur olmuşuz kanaatlerini,  iyi niyetli ilişkiler ile rahatlıkla çözersiniz.
Bunu deneyin. Bu uyarımı da ciddiye alın.