Şehrimiz bu sabah saatlerinde başlayan şiddetli yağmurla güne başladı. Özellikle şehir merkezi Ortahisar olmak üzere şehrin bir çok noktasında kısa süreli yoğun yağışla birlikte adeta bir göl oldu. Toklu deresinin taşması ile yollar sularla doldu. Şehrin alt yapı sistemi çöktü. Birçok işyeri sular altında kaldı. Bazı yollar ve alt geçitler sular altında kaldı.
Peki bu bir kader mi ?
Maalesef ki dünyada teknik olarak izlenen ve ülkemizde de konuşulmaya başlanan iklim krizini iliklerimize kadar hisseder olduk. Kentlerimizi artık 20. yüzyılın yağış haritalarına göre değil, 21. yüzyılın iklim gerçekliğine göre inşa etmemiz gerçeği yüzümüze acı bir tokat gibi vurdu. Sel sonrası sokaklarda biriken çamur, kapanan yollar, su basan evler bize sadece fiziki hasarı değil; planlama, altyapı ve kent tasarımı konularındaki ihmallerimizi de hatırlattı.
Bir mimar olarak bu felaketi yalnızca “çok yağmur yağdı” diyerek açıklayamayız. Çünkü doğa olayları kaçınılmaz olabilir, ancak bu olayların afete dönüşmesi bizim tercihlerimizin bir sonucudur. Trabzon’un içinden geçen derelerin üzeri yıllar içinde kapatıldı, dere yatakları daraltıldı, birçok yapı bu alanlarda yükseldi. Bu, suya yer bırakmamaktır. Oysa suyu bastırmak değil, ona alan açmak gerekmektedir. Özellikle bizim gibi coğrafyaya sahip olan kentlerde…
Biz mimarlar ve şehir plancılar olarak artık “taşkın riski haritalarını” imar planlarının kalbine yerleştirmek zorundayız. Şehrin sel riski taşıyan bölgelerinde yeni yapılaşmalara kesinlikle izin verilmemeli, mevcut yapı stoku ise peyderpey “kentsel dönüşüm” uygulanmadır. Dere yataklarını tekrar gün ışığına çıkarmalı, yeşil koridorlarla suya doğal akış yollarını açmak zorundayız.
Yeni yapıların tasarımında ise bodrum kat kullanımı, zemin kot düzenlemesi, suya dayanıklı malzeme seçimi gibi teknik detaylara hassasiyetle yaklaşmalıyız. Her binada geri tepme klapeleri, drenaj hatları, yağmur suyu depolama sistemleri artık “opsiyonel” değil, zorunlu tasarım kriterleri haline getirmeliyiz. Belediyelerimiz bu konularla ilgili özellikle taşkın alanlarında ve taşkın alanına yakın bölgelerde meclis kararları almalıdırlar.
Bir başka önemli başlık da “yeşil altyapı” dır. Kentin doğal sünger işlevi görecek yeşil alanları artırmalıyız. Geçirgen zeminler, yağmur bahçeleri, yeşil çatılar gibi çağdaş uygulamalarla suyun toprağa süzülmesini sağlarlar. Bu tasarımlar sadece sel riskini azaltmaz, aynı zamanda kent içi mikro iklimi iyileştirir. Daha önceki bir yazımda paylaştığım gibi Trabzon kent kimliğinde yer alan “Arnavut taşları” kent için doğal bir süzgeç gören yapı elemanlarıydı. Aralarındaki boşluklardan yağmur suları toprağa çekilerek altyapıya giden yağmur yükü azaltılmakta böylece kentin alt yapısı daha az su yüküne maruz kalmaktaydı. Zamanla maalesef bunları ortadan kaldırıp daha rijit bir yüzeye sahip betonlar ve asfatlar ile yollarımızı kapladık. Suya toprağa ulaşma fırsatı vermedik. Bu da alt yapıya binen su yükünü artırdı ve bugün karşılaştığımız gibi felaketlerle karşılaşır olduk.
Bugün yaşadığımız yağmur bize bir kez daha hatırlattı ki; doğa, kent planlamasındaki zaaflarımızı affetmiyor. Yerel yönetimlerin bu olaydan ders çıkarması gerekiyor. Ama yalnızca teknik ekiplerin değil, biz mimarların, plancıların ve en önemlisi vatandaşların da bu sürecin bir parçası olması kesinlikle şart. Her zaman söylediğim gibi bu kent için yapabileceklerimiz ortaya koymada elimizi taşın altına sokmaya her zaman varız. Bir komisyon kurularak derhal çalışılmaya başlanmalı ve mimar mühendis ve kent plancılar ile bu konuda gönüllü ilim sahibi insanların bir araya acil gelip kent için çalışmaya başlaması gerekmektedir.
Unutmayın ! Trabzon’un geleceğini suyla barışık, doğayla uyumlu, afetlere karşı dirençli bir kent olarak kurmak elimizdedir. Yeter ki bugün yaşananları istisna değil, bir uyarı olarak görelim.