Üretim, toplumsal bir olay olup, bu sürecin temelini oluşturan somut olay ise ihtiyaçların sonsuz olmasıdır. Yine süreçte etkili olan ayrı bir faktör, gıda çeşitliliğinin giderek artması ve insanların üretmeden daha fazla tüketime yönlendirilmesidir.

Bu algının yaratılmasında, medeniyeti kimseye vermeyen Batı toplumunun davranışı, bu kavramın neoliberalizm tarafından bir beslenme kaynağı haline dönüştürülerek sömürü mekanizmasının devam ettirilmesi ve yeni bir algının devreye sokulmasından başka bir şey değildir.

Bu olayın ortadan kaldırılması, yeni bir medeniyet anlayışının devreye sokulmasıyla mümkün olacaktır. Ancak insan gereksinimi sonsuz olup, bu husus insanları önemli ölçüde yönlendiren ciddi bir olgudur.

Kapitalist toplumun pazara yönelik meta ekonomisi, tüketim toplumunun ihtiyaçlarına cevap veriyorum yanılsamasıyla insanları üretim, emek ve bu olguya işlevsellik katan her şeyi yok edip, kendine muhtaç etme felsefesini ön plana çıkararak sömürüsünü sürdürmesinin temelini oluşturur.

Ülkemizde girdi fiyatlarının yüksek olması ve ürünün para etmemesi nedeniyle fakirleşen çiftçiler ve diğer sektördekiler ana uğraş konularından uzaklaşarak, üretirken kendilerini işsiz ve tüketici sınıfında bulmuşlardır. Bu durum, tam da neoliberalizmin istediği bir husus olup, insanları telafisi olmayan eylemlere sürükleyerek ahlaki sorunlar yaratmaktadır. Ülkemizde insanlar çöpten ekmek toplayıp, pazar artıklarına ihtiyaç duyar hale gelmiş; çocuklar okula giderken beslenme çantalarına bir lokma konulamamış, çocuğuna süt alamayan aileler varken, bu ızdıraptan ve dar boğazdan çıkılmadıkça insanların yüzü gülmez ve toplum mutlu olmaz. Üretmeyen toplumlar "BATAR" misali ortadayken, ekonomik sıkıntı altında inleyen insanlar için sosyal ve politik tarafını irdelemeyi bir tarafa bırakarak, güncel bir çıkış dahi ortaya koyamadıkları gibi işin salt mekanik tarafından olaya bakmaktadırlar. Aslında tüketicinin fakirleşip bu duruma düşmesinin temel nedenlerinden biri de gıda zincirini ve diğer sektörleri elinde bulunduran holdingler ve ülkelerin, bir takım mekanizmaları kullanarak bilinç manipülasyonu ile tüketicilere bazı sembol ve göstergelerin pazarlanmasını yapmalarından kaynaklanmaktadır.

Böylelikle tüketimle arz arasında bağlantı oluşturarak "TÜKET" politikasıyla insanları, toplumları ve hatta ülkeleri bağımlı hale getirerek tüketim sistemi oluşturulmakta; bugün yapılan da bundan başka bir şey değildir. Yani kapitalizm, neoliberalizme evrilme aşamasında üretime yönlendirme tavsiye edilirken, ileri aşamada her şeyi eline geçirince artık tüketimi önererek "TÜKETİM en demokratik hakkınızdır" söylemiyle de kitleleri esir almıştır. Bugünün analizinde, ülkemizde enflasyon sanallaması yaratılarak toplum iğneden ipliğe soyulmaktadır. Durum böyle olunca, ülke nüfusunun önemli bir kısmı gıda fiyatları ve diğer sektörlerdeki fiyat artışlarının yarattığı mali gücün altından kalkmakta oldukça zorlanmaktadır. Bu ve benzeri olaylar göstermektedir ki ülkemizde TOHUM ISLAH ve Toprak Su istasyonlarının ve sayılamayacak kadar daha bir çoğunun kapatılması boşuna değildir. Yani buradan hareketle neden çiftçimiz İsrail ve Hollanda tohumu almak veya bu tohumlardan üretilen sebze fidelerini kullanmak zorunda bırakıldıklarının nedeni, başka bir senaryoya dayandırmaya gerek kalmayacak şekilde her şey ayan beyan ortadadır.

Misak-ı Milli sınırları içerisinde çok verimli olan ANADOLU toprakları boş dururken bu ve benzeri yasalar çıkarıldıkça çiftçi tarımdan kopacak ve insanlar pazar ve marketlere giderken değil bir defa, yüz bin defa düşünerek, elindeki para gider harcamalarına yetmediği için ülkemiz içindeki ekonomik krizle birlikte yükselen yoksulluktan kurtulamayacaktır. Bu gidişattan memnun olan gıda sektörü ve holdingler, herkesin tüketimde daha fazla rol alması için elinden geleni yapıp, kitle kültürü oluştururken, kendi sömürü ideolojilerini ve denetim güçlerini artırmaktadırlar. Durumun ciddiyeti toplum aleyhine bu derece barizken, çiftçilerin tarımı bırakması, fabrikaların kapanması ve beyin göçünün ülkenin geleceğini tehdit ederken önlem alınmaması ve hâlâ devam etmesi, bu alanlarda oluşan boşlukları doldurmak için idari makamların seslerinin çıkmaması, sömürü mekanizmalarını ellerinde bulunduran holdinglerin yanında oldukları çağrışımını yaratmaktadır.

Buradan hareketle, eksiklik duygusu yaratan tüketimin denetim altına alınması imkânsız olup, bu hususun bir kültürü ifade ettiği bilindiği içindir ki kapitalizm kimseyle yüzleşmek istememektedir. Çünkü kârları arttıkça daha sert denetimlere yönelerek, ezici bir şekilde insanlık için iyi bir rüya görmek gibi bir eylemden uzak durarak, yaşama hakkı için tüm imkânlarını seferber eden insanları damarlarının içine girecek şekilde sömürmeye devam ederken, bir yandan da çarpan etkisi oluşturan mağduriyetler yaratmaktadır. Ülkemizi ve insanlarımızı bu yoksulluk çıkmazından kurtarmak için tek çare, üretmek ve yine üretmekten geçmektedir. Özellikle devletten aldıkları maaşla geçinmeye çalışan başta emekliler ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali güçlerinin, her sahaya sirayet eden yüksek enflasyonun tetiklediği pahalılıkla mücadele etme şansı kalmamıştır. Bu olay ülkemizde açıkça seslendirilirken getirilen tasarruf önlemleri ve yeni vergi kanunları değil bu iklimi yumuşatmak, daha da zorlaştıracağa benzemektedir.

SONUÇ OLARAK:

Hane halklarının ve toplumun düştüğü bu çıkmazı çözmek, birinci derecede sosyal devletin birincil görevidir. Ancak bu sorumluluğu ihtiva eden bir refleks hâlâ görünürlük vermek yerine farklı sanal senaryolarla gündem oluşturulmaktadır. Zira devletin geliri homojen dağıtılmayıp, belli katmanlar hedeflenerek kullanıldığı için sosyal sorun daha derinleşerek sürmektedir. Devleti ayakta tutan bileşenler yani sektörler (Özel-Resmi) tek tek çökertilerek ülke; üretimsizlik, işsizlik ve sair konularda her şey çizgi dışına itilmiştir. Bu bağlamda yeniden ayağa kalkmak için, hiçbir endişe duymadan üretimde, istihdamda ve sosyal hayatta seferberlik başlatılmalıdır. Ülkemizde son yıllarda fakirliğin %0.50'nin üstüne çıkmış olması, ileriye doğru uzanan yıllarda ciddi sıkıntıların bizleri beklediğinin işaretidir. Özetin özeti, ağır ekonomik koşullar ülke insanımızın yaşam kalitesini çok olumsuz etkilediğinden ve koşullar gittikçe geçim sıkıntısı üzerinden derinleştiğinden, bir an önce çağdaş anlamda planlı üretim, işsizlik, refah seviyesi ve istihdam üzerinden yarınından endişe etmeyen bir toplum yaratılmalıdır ve buna çok büyük ihtiyaç vardır. YOKSA BU GİDİŞAT BİZE DAHA FAZLA ZAMAN TANIMAYACAKTIR.