Yıllardır, bu sütunlarda kendimizden ziyade kentimizi, yani Trabzon’un meselelerini yazmaya gayret ettik.
Memleketin nabzını tuttuk, memleketliye kulak verdik.
Ama bugün, bu köşede affınıza sığınarak bir istisna yapıyorum.
Zira bu defa mesele kentimiz değil, bizatihi yanan yüreğimizdir.
Dün…
Baba yarım, canım amcamı sonsuzluğa uğurladık.
Bu bizim için öyle sıradan bir insana yapılan veda değildi.
Amcam, ömrünü İstanbul’da öğretmenliğe adamış, bilgisi ve vicdanıyla yüzlerce öğrencinin gönlünde iz bırakmış bir insandı.
O’na “Erol Hoca” derlerdi.
Bu bir lakap değil, sosyal hayatta devam eden bir öğretmenin kimliğiydi.
Emeklilik sonrası İstanbul’un kalabalığını ardında bırakıp, doğup büyüdüğü yere, Akçaabat’ın Uğurlu Mahallesi’ne dönmüştü.
Köyü O’nu hemen tanıdı…
Dahası, sadece baba evine değil, köyün ruhuna da yerleşmişti.
Olduğu her yerde bir düzen, bir dinginlik, bir derinlik olurdu.
Bağları, samimiyet ve sadelikten yanaydı.
Bundan mütevellit sözünün önüne geçilmezdi.
Kimseyi yargılamaz, herkesi dinlerdi.
Hak bildiğini karşısındakini kırmadan, lakin eğip bükmeden söylerdi.
Dolayısıyla, bizim ilişkimiz de amca-yeğen bağını çoktan aşmıştı.
Adeta dost gibiydik.
Kimi zaman dertleştiğimiz, kimi zaman sadece sustuğumuz ama gayet iyi anlaştığımız bir yol arkadaşlığımız vardı.
Yanında zaman dururdu.
Zira söyledikleri hep zamanın önündeydi.
Derken, çağın vebası geldi, yakasına yapıştı.
Aktif mesleğimizi icra ettiğimiz sağlık kurumundaki yaklaşık altı aylık tedavi sürecinde, koca bedeni her ne kadar bu hastalıkla gün be gün erise de, ruhunun heybeti bir an bile eksilmedi.
Evvelsi, yani vefat edeceği gün son kez elini tuttum.
Göz göze geldik.
Bakışında vedaya benzeyen ama adı konmamış bir hüzün vardı.
İşte o an, ağrıyan kalbimde bir fotoğraf gibi kaldı.
Meğer o gün, sondu.
Ve dün...
Baba yarımın ruhunu yüreğimin en derin yerine, bedeni ise bir define misali Uğurlu’nun sessiz bir köşesine gizledim.
Yerini asla unutmayacağım.
Ne zaman özlesem, ne zaman ihtiyaç duysam, yanı başına varıp gözlerimi kapatmam yetecek…
★
Ve unutmadan…
Cenazeler sadece bir ayrılığın değil, bazen birliğin de resmidir.
Kimi zaman bir kayıp, elimizde ne kadar büyük bir hazine olduğunu gösterir.
Ben de acımı paylaşanlara bakınca bir kez daha anladım ki; ailemiz sadece bir soy isimle sınırlı değilmiş.
Komşular, dostlar, yeni-eski arkadaşlar…
Hepsi aynı yürekle, aynı acıyla yanımızdaydı.
Başta köylülerimiz olmak üzere, dualarıyla, omuz vermesiyle bu yükü hafifleten herkese gönülden teşekkür ederim.
Omzuma dokunan her el, kalbime dokunan bir cümle gibiydi.
Bu acının ortasında bile, içimi ısıtan o dayanışmayı unutmayacağım.
ACIYI GÖRMEZDEN GELENLER
Yukarıda anlattığım gibi, bugün bir yürek yangını taşıdım bu sütunlara.
Ailemden bir parçayı uğurladım.
Ama bizde acılar üst üste gelir…
Biz acımıza kapanamadan, milletin acısı kapımızı çalar.
Hülasa.
12 şehidin haberi acımızı katbekat artırdı.
Hal böyleyken…
Yani hanelerimize ateş düşmüşken…
Şehrimizde Kültür Yolu Festivalleri kapsamında sadece birkaç gün ertelemeyle sınırlı kalmış konserlerin, hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmesini ne kadar eleştirsek azdır.
Dolayısıyla;
Bilinsin ki; Şehit haberlerine duyarsız kalan her sahne, bize vicdanların sahnelerden daha kıymetli olduğunu tekrar hatırlatıyor.
Bilinsin ki; Acıyı yok sayan bu tür planlamalar sadece basiretsizliğe indirgenemez. Bu etkinlikler bizim gözümüzde, millet olma bilincimizin halka açık idamı niteliğindedir.
Bilinsin ki; Asil milletimizin değerlerine ters düşen her etkinlik, birer kültürel başarıdan ziyade manevi zenginliklerimizin hiç edilme çabalarından başka bir şey olamaz!
★
Özetle, biz bir yakınımızı toprağa verirken müziği kısmayı biliyorsak…
Devlet erkânı da, evlatlarını toprağa verirken aynı duyarlılığı göstermek zorunda!
Yakışmıyor efendiler!
★ ★ ★
Yazmak iyi gelir.
Bana;
“apektas6161@gmail.com” adresinden ulaşabilirsiniz.