Günün yorgunluğu bitti, çayımızı aldık, koltuğa uzandık. Elimize telefonu alıyoruz: haberler, videolar, yorumlar… Bir bakmışız saatler geçmiş. Felaket üstüne felaket okumuş, içimiz daralmış ama elimiz telefonu bırakmamış. İşte buna “felaket kaydırması” deniyor. İngilizcesiyle “doomscrolling”.

Peki nedir bu felaket kaydırması?

Kısaca, sosyal medyada veya haber sitelerinde sürekli kötü haberlere, krizlere, felaketlere göz atma hali. Depremler, savaşlar, ekonomik krizler, hastalıklar… Dünya adeta yangın yeri gibi görünür ve biz o yangını izlemeye devam ederiz. Üstelik çoğu zaman farkında bile olmayız.

Neden yapıyoruz bunu?

Çünkü insan beyni tehlikeyi tanımak üzere evrimleşmiştir. Kötü haberlere karşı tetikte oluruz. Bu bir savunma mekanizmasıdır. Ancak günümüz dünyasında bu mekanizma sosyal medya algoritmalarıyla birleşince sağlıksız bir döngüye dönüşüyor. Karşımıza çıkan içerikler daha fazla kötü habere yönlendiriyor bizi. İçimizi karartan, geleceğe dair kaygı uyandıran haberleri okudukça daha fazlasını merak ediyoruz. Sanki bir şeyleri kaçırırsak hazırlıksız yakalanacakmışız gibi…

Bu durumun bize etkisi ne?

  • Felaket kaydırması, kaygıyı artırıyor.
  • Uyku düzenini bozuyor.
  • Umutsuzluk hissi yaratıyor.
  • Gerçeklikle bağımızı zayıflatıyor.
  • İlişkilerimizde tahammülsüzlük başlıyor.

Yani sadece zaman kaybı değil, ruh sağlığımızdan da yiyor.

Ne yapabiliriz?

  1. Kendimize dijital sınırlamalar koyabiliriz. Belirli saatlerde sosyal medyaya bakmak, özellikle uyumadan önce telefondan uzak durmak faydalı olur.
  2. Kaynaklarımızı seçebiliriz. Güvenilir, ölçülü bilgi veren mecraları takip etmek önemli.
  3. Denge kurabiliriz. Kötü haberlerin yanında iyi haberlere, ilham verici hikâyelere de yer açmalıyız.
  4. Gerçek hayatla bağ kurabiliriz. Bir dostla sohbet, doğada yürüyüş, kitap okumak… Hepsi ruhumuza iyi gelir.

Unutmayalım: Ekranda olan her şey bizim sorumluluğumuzda değil. Ama ekranla ne kadar zaman geçireceğimiz bizim elimizde.