Yeni çağı orta çağdan ayıran en önemli dönüşüm tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş olmasıdır.

Ancak sanayi toplumuna geçildikten sonra tarımın insan hayatındaki önceliğinin sona ermemiş olmasıdır.

Yani yeni dünya düzeninde küreselleşme senaryolarında geliştirilmeye çalışılan ekonomik ve kültürel faaliyetlerde tarım yine önwmini korumuştur.

Genelde gelişmış olan ülkeler sanayi ve teknolojide önemli yer tutan tarımı ve insan gücünü ön planda tutmaktadırlar.

Buradaki temel esasen fakir ülkeleri bağımlı kılmaya dayalı olup bu ülkeleri sömürerek daha sonra katma değeri yüksek olarak elde ettikleri ürünleri devasa fiyatlardan satmaya yönelik küresel bir olaydır.Onun içindirki dünyanın bir çok ülkesi sanayisini geliştirmek için tarıma çok önem vermektedirler.

Sanayisi gelişmemiş ve tarıma dayalı geçim sisteminin hakim olduğu bağımlı ülkelerin tarım ekonomileri çökmüş köylüler bu krizlerden maalesef kurtulamamıştır.

Onun içindir ki kırsal kesimde insanlar toprağını, komşusunu, anılarını ve çok önemli değerlerini geride bırakarak köylerini terk etmektedirler.Bu insanlar gittikleri yerlerde ne yer ne içer nerede dururlar çocukları ne haldedir kimse sormaz araştırmaz.

İşte asıl travma burda başlamakta ve aileler ayrışarak yok olmaktadır.

Durum bu kadarla kalmayıp yaşanması imkansız gecekondu sayısı artmakta, çarpık imar planları ve kalitesiz konutlar üretilmekte sonunda debrem herşeyi alıp götürmektedir.

Dahası yaşanır olmaktan çıkan mahalleler kentsel dönüşüme alınarak ciddi bir sosyal yıkımla karşılaşan bizim insanlarımız ortada kalmakta ve yine çare yok.

Osmanlıdan günümüze kadar uzanan toprak ağalığıbir kangrene dönüşmüşve hiç bir toprak reformu yasası başarılı olamamıştır.Bu manzara karşısında makineli tarımda fazla mesafe alınamsmış ağalar için çok karlı olan ve hakimyetin sürmesi adına makinenin yerini ırgatlar alarak süreç devam ettirilerek günümüze kadar gelinmiştir.

Onun için ağanın verdiğiyle geçinemeyen insanlar ülkemizin değişik bölgelerine gezici tarım işçisi olarak gitmekte ve bu sayı ortalama het yıl 1.5 milyonu bulmaktadır.

Bu insanların çalışmaya gittikleri yerlerde sersefil aç susuz bazen kazalar bazende hastalıklar ve gayri sıhhi şartlarla boğuşarak hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Bu yüzyılda hiç bir ülkemiz insanının topraksız kalarak başka topraklarda çoluk çocuk boğaz tokluğuna mağdur olmaları bir insanlık hakkı suçu olsa gerek.

Türkiyede çiftçi denince akla gelen ilk şeyin kendine ait küçük arazisini sadece kendi karnını doyurabilmek ve vergi vermek için ekip biçen insan tipi olarak algılanmaktadır.

Tarıma verilen hibe ve krediler sadece bir yılda ödenen dış borç faizinin onda birine denk gelmekte olup bu da TARIM'ın tarihe düştüğü olumsuz ve üzücü bir nottur.

Tabiki tarım tek başına bir ülkenin ekonomisini belitleyecek konumda değildir ancak, gelecekte su ve gıda savaşlarının olacağından bahsedilen bir dünyada en azından dışa bağımlılıktan kurtulup kendi kendine yeterli bir tarım ekonomisine sahip duruma gelmek çok önem arzetmektedir.

Durum bu derece vahimken dışardan tarım ürünleri ithal edip, yerli ürünlerin fiyatından daha ucuza piyasaya sürülmesi tarıma dayalı sektörlerin kapılarına kilit vurulmasına sebep olmaktadır.

Yani tarımın adaletsizlikten verimsizliğe kadar tüm nitelikleri gelir dağılımı ekonomi ve dengesiz şehirleşmeye yansımakta ve bu durumda gelişmişlık aşamasına gelmeyi geçiktirmektedir.

Onun için Tarım'daki egemenlerin , ağaların ve tefecilerin çıkarlarına göre şekillenmiş düzen günümüzde hala devam etmektedir.

Bu duruma bağlı olarak ve Tarih boyunca açlık korkusu toplumları sürekli tehdit ettiği için insanlar toprakla ilişkilerini korkuyu gidermek adına limitine kadar kullanmışlar ve toprak bu anlamda bütün ulusların ekonomik temellerini oluşturmuştur.

Netice olarak burada önemli olan en nükleer silah ile enerjinin temelini oluşturan petroldan daha acil olan YİYECEK SİLAHI YANİ GIDADIR İmkan temn edildiği takdirde insanlar doyduğu topraklardan göç etmez üretir gelir artar kırsal boşalmaz dolayısıyla tarım ekonomisi güçlenir dışa bağımlılığımız ortadan kalkar ve insanlar topraklarının başında nöbet tutar.

Tarımsal sanayi sektörü ayakta kalarak üretime istihdama ve ülke ekonomisine katkı vermeye devam eder.Ve planlı bir üretimle Devletin TAHIL SİLOLARI DOLAR hiç kimse aç ve açıkta kalmaz.

NEReDE BEREKET ORDA HARAKET!

İşte tarihe not düşmek böyle bir şey.