Arthur Schopenhauer birazdan paylaşacağım hikâyeyi takiben bir satıra sığan ancak üzerinde ansiklopediler yazılası “Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır” sözünü söylemiş.
Bu sözün ışığında hikâyeyi okumayan okurlarımız için tekrardan paylaşıyorum.
Devamında da, daha önce birçok yazarın köşesine taşıdığı bu hikayeyi şehrimiz turizmi ile ilişkilendireceğim.
İDAM MAHKUMU ÜÇ KİŞİNİN HİKAYESİ.
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi…
İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır.
Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
Der ki:
– Ben Allah’a inanıyorum,
O beni kurtaracaktır.
Allah… Allah… Allah…
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur.
Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur…
Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
– Demek istediğin en son söz nedir?
Der ki:
– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum.
Adalet… Adalet… Adalet…
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur…
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi,
Onu serbest bırakın.
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur…
Sıra fizikçiye gelir.
Ona da
– Son sözünü söyle derler
Der ki:
– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.
Bildiğim tek şey şudur:
Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler.
Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar.
Ortaçağda yaşandığı rivayet edilen bu hikâyenin Arthur Schopenhauer tarafından kaleme alındığını bilmekteyiz.
Yazarın 1788-1860 yılları arasında yaşadığı bilgisiyle hareket edersek bu hikayenin en az 160 yıllık bir mazisi olduğu gerçeğine ulaşabiliriz.
Gerçek dedik ama bu gerçeğe acı gerçek demek daha mantıklı duruyor!
En az 160 yıldır değişmeyen gerçek.
Değişemeyen gerçek.
Belki de değiştirilmek istenmeyen gerçek.
Hatta ve hatta her geçen gün kötüye giden bir gerçekte diyebiliriz.
Çünkü ortaçağda yaşandığı rivayet edilen hikaye günümüzde de geçerliliğini sürdürmektedir.
Malesef günümüzde de olaylar 160 yıl önce yaşandığı gibi ceyeran ediyor.
Gerçekleri söylüyorsan mutlaka cezalandırlılmalısındır.
Üzülerek söylemeliyim ki şehrimizde bu durumu turizm ile konularda sıkça yaşamaktayız.
Yakın tarihi hatırlayacak olursak,
• Boztepe de çıkan tünel ve devamındaki viyadükler ile ilgili, burası doğal sit alanı, burası şehrin göz bebeği! Buradan çıkan tüneller şehrin kalbine hançeri saplar,
• Bu şehirde açıklanan turist rakamları gerçeği yansıtmıyor, bu rakamlar arz fazlasına sebep olur, şehri ve turizmciyi zarara uğratır,
• Kostaki konağındaki tadilat düzgün gitmiyor. Şehrin müzeye ihtiyacı var. Burada sorun var. Buraya acilen el atılması gerekiyor,
• Turizmde tek pazara bağımlı kalmak sıkıntıdır. Bölgenin turizm geleceği Suudi kralın iki dudağı arasında,
• Kongre merkezi inşaatı ilerlemiyor. Kongre merkezinin acilen bitirilerek şehrin turizmine hizmet etmeye başlaması gerekiyor,
• Sumela manastırı bölgenin en önemli kültürel varlığıdır. Çalışmalar hızlandırılmalı ve manastır ziyarete açılmalıdır,
• Turizm sezonunda dilencilik yapan göçmenler şehre zarar veriyorlar,
• Sera gölünün etrafında yapılan duvar doğanın dengesine aykırıdır,
• Yaylalardaki yapılaşma kontrol altına alınmalıdır,
• Dere yataklarına yapılan eziyet şehri susuzlukla karşı karşıya bırakacak ve baskın riskini artıracaktır…
. Trabzon’da il kültür ve Turizm il müdürlüğü makamı vekaleten yürütülecek bir makam değildir,
… vb.
Yukarıda son 5-6 yıl içinde turizm ile ilişkili gündem olan ve doğrucu kişilerce açık yüreklilikle dile getirilen konulardan bazılarını paylaştım.
Bu gerçekleri dile getiren doğrucular ya ötekileştirildi ya da muhalif, pontuscu, popülist, yol karşıtı, yatırım karşıtı ilan edilerek itibarsızlaştırıldılar.
Tabiri caiz ise bu söylemlerin sahipleri kendi giyotinini tamir eden fizikçinin sonunu yaşadılar.
Bu gerçekleri gizlemeye çalışan ötekileştirenler ise savundukları yanlış doğrulardan ötürü alkışlandılar.
Şehir ise sürecin sonunda itibarsızlaştırılan kişilerin söylemlerinin gerçekliği ile karşılaştı.
Kısa vadede ötekileştirenler kazanmış, ötekileşenler yani boynu vurulanlar kaybetmiş görünse de kaybeden şehir olmuştur.
Bunu söylerken uzun vadede; bugün kazanmış görünenlerin Allah katında kaybedeceklerinden hiç şüphemiz yoktur.
Önümüzdeki süreçte ilgililerin geçmişte yaşanan örnekleri göz önünde bulundurup, eleştirileri ve eleştirenleri dikkate alıp, ortak akla dayalı bir karar mekanizması oluşturması en büyük temennimizdir.
Kalın sağlıcakla…