Kurtuluş Savaşı henüz sona ermişti.

Elde edilen büyük zaferle birlikte…

Topraklarımızdan düşman kazınmış, Cumhuriyet gururla ilan edilmişti.

Ahalinin coşkusu büyüktü…

Ama yurttaşlarımızın dert sıkıntısı da ayyuka çıkmıştı.

Nitekim.

Yeni kurulan devlet yoksuldu.

Yani adına vatan dediğimiz bu topraklarda, o zamanlar…

Ne yol…

Ne kayık bağlanacak liman…

Ne de kuyruğunda Türk Bayrağı dalgalanan tek bir uçağımız vardı.

Hadi uçağı, pilotu geçtik…

Bir tuğla fabrikasının dahi bulunmadığı memlekette…

Doktor, hemşire, mühendis yetiştirecek öğretmen yoktu.

Takdir tabiî ki Allah’ın…

Lakin eli kolu ele mahkûm bırakılan ecdadımızın alması gereken tedbirler bile gayrimüslimlerden bekleniyordu.

Misal.

Diyelim…

Sel, köprüyü önüne mi kattı?

Amelesi bizden...

Mühendisi, ustası Belçika’dan geliyordu.

Peki, ya iletişim kanalları…(?)

Akıllı cihazlar yok ki Whatsapp’ı, Messenger’ı bulunsun.

Memlekette bi’ Telefon ve Posta İdaresi Kurumu var…

Onun da tamamı yabancıların elinde. 

Bitmedi.

Ama bitecek.

Savaştan yeni çıkmışız.

Salgın hastalık, kıtlık o biçim.

Ölenin rahmeti bol olsun…

Hayatta kalanlar yiyecek ekmek bulabilirse ne ala.

İçecek suyun durumuna gelince ki…

O da şöyle:

İstanbul’un hem suyu hem de kıytırık şebekesinin kazma kürek işleri dahi elin gâvuruna teslimdi.

Hal bu iken ahali…

Yani.

Dünyaya altı yüz sene hükmetmiş Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye…

Karada, denizde, havada yanız bu enkazlar kalmışken…

Bizleri tee o zamanlardan bugünlere taşıyan Cumhuriyet, alayımızın doğum günüdür.

İşte bu nedenledir ki.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk…

Ve O’na omuz veren ecdadımıza saygı/minnetle…

Her “29 Ekim” bayram havasında kutlanmalıdır.

İyi doğdun Cumhuriyet!