Güzel bir gezi yazısı ile yeniden karşınızdayız. Gökçeada da hem doğası, hem tarihi ve hem de denizi ile güzel bir gezi yazısı örneği olur değil mi? Ülkemizin en batısında bir gün geçirmek, güneşin son battığı noktada olmak:)

Antik zamanın İmroz'u, şimdilerin Gökçeada'sı. Tam da ordayız. Bayramda küçük bir Bozcaada turu planladık. Buraya geçmeden Gökçeada'ya merhaba dememek olur muydu? Hem uzak değil, hem hiç görmemişiz. Bir de Türkiye'nin en büyük adası ünvanı var, gözümüz de korkmuyor değil. O kadar köyü gezmek için birgün yetmezdi, biz de rehberin görülmesi gerekli dediği kısımlarda dolaştık. O zaman fazla söze gerek yok, Gökçeada'da adım atma zamanı, hadi başlayalım! Detaylara girmeden önce bir not düşelim: Birçok ziyaretçimiz gezi yazısı örnekleri hakkında araştırma yaparken bu yazıyı buluyor. Eğer siz de bu kişilerden biri iseniz Gezi Hocası'nda bu tarz yazılardan onlarca bulabilirsiniz.

Gezihocasi.com bu konuda size oldukça faydalı bilgiler verecektir. İlk durak Dereköy. Burada oldukça eski hatta terkedilmiş yapılar var. Bir de çok boş, yeşilden uzak görünüyor gözümüze. Çok geçmeden bu köyün sit alanı ilan edildiğini öğrenerek, bu kadar boş araziye ve çivi çakılmamış yıpranmış evlere şaşırmayı bırakıyoruz. O tahtaları dökülmüş binaların sonundaki sokak kilise'ye, hemen yanında Rum Çamaşırhane'sine çıkıyormuş. Bu geziyi heyecanlandırıverdi. Buz gibi kaynak suyuyla kendimize (kısa bir süreliğine) geliyoruz.

Korku filmlerinde bayıldığımız sahneler canlanıyor gözümüzde, kamp kurulası ıssız arazilerde başlamaz mı hep o filmler? Zaten burası anlatılırken hayalet köy olarak anılıyormuş, bunu da öğrendiğimize göre yola koyulma vakti. Gezi yazısı örneğimizde konu aldığımız mekanlardan Tepeköy'e geçiyoruz.

Esasında Gezihocasi.com'da bu konu detaylıca anlatılmış ama biz de ufaktan söz edelim. Adanın en yaşlı Çınar Ağacı burada. Bunlar anıt niteliğinde değerlendirildiğinden koruma altında. Böyle bir manzara bulunca herkes makinelerine, telefonlarına sarılıyor tabi. Biz de boşluk bulmuşken bir kare yakalayalım diyoruz. Ve hızla yükselen rüzgar, tepedeki güneş, takılamayan gözlük ve yol arkadaşım tarafından dört yanım sarılıyor. Değil sırıtmak hareket edemiyorum.

Eşsiz manzarayı bırakıp köyün içine geçiyoruz. Burada mutlaka yapılması gereken 3 şey var diyorlar. Gezi Hocası bize oldukça iyi bir örnek olduğu için bu konulara yabancı değiliz..

Zaten tepeye çıkarak ilkini gerçekleştirdik. Diğeri Barba Yorgo şaraplarından tatmak. Alkolle aramız olmayınca biz yapılış aşamalarına merak saldık. Sabırlı bir süreç olduğuna şahit olduk, bağlardaki üzümler daha olgunlaşmamış bile. Traktör tepesine de çıktık, mahzenleri de dolaştık. Fıçılar, şişeler, üzümler derken zaman anlamadan geçiverdi. Son yapılacak şey ise Meryem Ana Panayırını görmek. Bu panayır, Meryem Ana'nın ölüm günü olan 15 Ağustos'ta gerçekleştiriğinden dahil olamıyoruz.

Ev sahipliğini Tepeköy yaptığından Ağustos ortası hiç görmediği kalabalığı kucaklıyormuş bu sakin köy. Selfie çubuğu ile imtihan dedikleri bu olsa gerek. Sadece 2'li karelerimizde kullanmaya çalıştık. Hatta çubuğu çantadan çıkarırken "garip olur mu?" gibi düşünceler, aynı sokakta 3-4 selfie çubuğuyla karşılaşınca uçtu gitti. Ben en çok Zeytinliköy'ü sevdim.

Burası diğer köylere göre daha renkli ve hareketliydi.Sokakları beklediğimiz gibi daracık ve nostalji kokulu. Renkli tabureler küçük işletmelerin en çok tercih ettiği tamamlayıcıları oluvermiş.Burada sadece tatlı ve kahve bulabilirsin, aç gitme bizce. Çünkü açken algı da değişiyor, asabiyette.Şöyle bir diyalog geçiyor. Rehber: Şu üst sokakta da Ortodoks patriği Bartholomeos'un doğduğu ev bulunuyor.Ve hemen altında Panayot ustanın yaptığı güzel sütlü tatlıları deneyebilirsiniz.

Dibek kahvesi içmeden gitmemeliymişsin buradan. Damla sakızlı muhallebileri de efsane.Meşhur bademli kurabiyelerini de unutmayalım. Tabi ki kahvemizi, kurabiyemizi, el yapımı sabunlarımızı almadan bitirmedik günü. Tatilde bile olsak bir kaç bayram konuşmasıyla kısa molalar vermeyi eksik etmedik.

Kapanışı Aydıncık Plajında yaptık.Sahil kalabalık ve hareketliydi. Plajın cafesindeki yiyeceklerin çok lezzetli olduğunu dönüş yolunda öğrendik. Biz restoranda daha lezzetli olabileceğini düşünüp ordan yedik yemeğimizi, ama hüsrandı. Lakin öğle yemeği sonrası yediğimiz plaj mısırının lezzeti yetti bize. Otele doğru yola çıktığımızda sadece Emre'yle aramızda kahkahalara sebep olan şu diyaloğa şahit oluyoruz. Rehber: Arkadaşlar, şurası da Sarıçay! Katılımcılar: ??!!:)

Bayramın ilk gününü güneşin son battığı bu adada böyle tamamladık. Görmediğimiz bir yeri görmüş olmak güzeldi!

Gökçeada'ya Gelince Yapılması Gerekenler:

*Dereköy'deki Kilise'yi ve Rum Çamaşırhanesini ziyaret Edin.

*Tepeköy'de Barba Yorgo şarap mahzenlerini gezin, şarap tadımları yapın.

*Zeytinliköy'de Madam'ın Yerinde dibek kahvesi için.

*Keçi Peyniri, Yeşil Zeytin ve El Yapımı sabunlarından satın alın.

*Ada Pastanesinin bademli kurabiyelerinden tadın.

*Kabak çiçeği dolması ve Damla Sakızlı Muhallebi yeyin.

*Aydıncık Sahiline uğrayın, közde mısır da alın.

*Kaleköy'de günbatımı harika, akşam olunca tavernalarına uğrayın.

Kaynak: https://www.gezihocasi.com/gokceada-gezi-rehberi-gezilecek-yerler/